28 Mart 2015 Cumartesi

Akıl!..

Akıl !

İnsanın davranışlarına yön veren en önde gelen iki unsur “akıl” ve “duygular“dır…icerik_ah
Ne var ki “ŞEYTAN” lâkabıyla bilinen cinler için akıl ve duyguları etkileyerek kişiyi saptırmak çok kolaydır!..
Zira, bunların her ikisi de kolaylıkla “vehmin” hükmü altına giriverirler!..
Akıl, kesitsel algılama araçlarımız olan beş duyu verilerine dayanan bir biçimde şartlanma yollu
verilere dayalı hükümler vererek kendine tayin ettiği hedefe doğru yürür…
Oysa aklın bu kanallardan elde ettiği veriler, genel veri potansiyeli içinde, okyanusta bir
damla oranında bile değildir!..
Eldeki tüm verileri en mükemmel bir biçimde değerlendiren süper bir akıl düşünelim…
Ama dikkat ediniz!… “Eldeki tüm verileri” dedik…
Evet, bu akıl, bu verilere göre kendine bir rota çizdi… Sonra, bunların dışında öyle verilerle karşılaştı ki,
belki de kendisine tayin ettiği rotanın tam yüzseksen derece zıddını tercih etmek zorunda kaldı!..
Nitekim, nice çok akıllı, okumuş, dalında büyük uzman olmuş kişiler görürüz ki, bunlar bir anda hem de ileri yaşlarda, büyük birikimlerine rağmen o güne kadar yaşadıklarının tam aksine bir hayatın içine dalarlar…
Zira, akıl, eline geçen verilere göre, bir mantık kullanarak kendine yol bulur…
Aklın önemi üzerinde dururken, bilindiği üzere imamı Gazalî`nin ” İHYA“sında yazdığı
Rasûlullah Aleyhisselâm’ın şu açıklamasını nakletmiştik..
Ya Ali, herkes “ALLAH”a bir yoldan yaklaşır!…
Sen, aklın ile “ALLAH”a yakın olanlardan ol…”
Bu güne kadar hep “ALLAH“a akıl ile yaklaşmanın değerinden bahsettik. Kitaplarda da özellikle bunu anlattık. Ancak şimdi daha değişik bir incelik üzerinde duracağız…
ALLAH“`a niçin ” iman” ile yakîn elde etme esası getirilmiştir?
Hz. Rasûlullah Aleyhisselâm niçin “ imanı” öne almıştır?
Kur`ân-ı Kerim niçin devamlı olarak “Elleziyne yu`minune” ” Onlar ki
“ALLAH”`a iman ederler
” der de; buna karşın çeşitli âyetlerde de aklı öne sürer.
Hâlâ tefekkür etmeyecek misiniz?
Hâlâ idrak etmeyecek misiniz?
Hâlâ anlamayacak mısınız?” der.
Öyle ise insana yakışan davranışların kökeninde düşünce ve idrak yatmalıdır; şartlanmalar ve etraf değil!.
Burayı çok iyi farketmek zorundayız..
Biz, koyun gibi, çobanın ya da etrafımızdakilerin güttüğü yönde davranışlar ortaya koyup, sıradan bir mahlûk gibi mi yaşayacağız?… Yoksa, Akıl ve şuur sahibi düşünen bir yapıyla yaşamına yön veren
mükemmel varlık insanlığımızı mı hissedeceğiz?..
Herkes böyle dediği, herkes böyle inandığı için; ne olduğunu anlamadığımız, idrak etmediğimiz şeyleri kabullenerek öylesine bir hayat sürüp geçip gitmek bizi tatmin ediyorsa, diyecek bir şey yok!..
Böylece süregitsin yaşam!
Ama, ben bir insanım; akıl sahibi olup, düşünebilme kabiliyetine sahibim; yaşamıma kendi kavrayışımla kendim yön verebilirim; sürüye sayılmak için varolmadım; bilincine erdiysem, bundan sonra yapılacak iş
neye ne kadar ve nasıl inanacağıma karar vermektir!.
İnsan olarak en değerli varlığımız olan ” AKIL” ya kullanılır ve insan yaşamına idrakıyla yön verir; ya da kullanılmaz, düşünmeden etrafa ve şartlandırmalara tâbi olunur!.
İnsan beynine bahşedilen ana zihinsel fonksiyonlar akıl dışında nelerdir?
İnsan zihnindeki diğer doğmatik özellikler nelerdir?.
Önce bunların üzerinde duralım.
İnsan dediğimiz varlıktaki bazı zihinsel fonksiyonları sayalım:
Nefs (ben kavramı) , akıl fikir, hayâl, idrak (kavrayış) , vehim (varsayım) , himmet, ve hâfıza (yani bellek).
Bu saydığımız zihinsel fonksiyonlar esas itibarı ile iki ana kuvvetin etkisi altındadır… Yani, fikir, hayâl, duygu, nefs, himmet daima iki ana kuvvetin birinin tesiri altına girer. Ya, vehmin hükmü altına girerek
çalışır, ya aklın hükmü altına girerek çalışır.
Fikir; çeşitli konularda aklımıza gelen yeni yeni düşüncelerdir. Bize herhangi bir konuyu düşünmemizi sağlayan ana materyaldir. Kökeni ya beynin üretimi ya da dış etkilerdir; ilham, astrolojik etkiler vs…; çeşitli konularda aklımıza gelen yeni yeni düşüncelerdir. Bize herhangi bir konuyu düşünmemizi sağlayan ana materyaldir. Kökeni ya beynin üretimi ya da dış etkilerdir; ilham, astrolojik etkiler vs…
Sonrasında hayâl gelir. Yani, o fikirleri kafamızda hayâl ederiz.. Anlayıp kavramak için bir suret haline sokarız. Bu hayâl edişe aynı zamanda ” musavvire gücü” denilir. Yani, tasvir etme şekillendirme. Beyinde şekillendirme olayı vardır. O fikirler otomatikman şekillenerek anlaşılır. O da nasıl anlaşılır?
Müdrike yani idrak gücü ile, idrak edilir.
Bu idrakın hemen sonrasında, o idrakı hükmü altına alan vehim vardır.
Vehim özetle şudur: özetle şudur:
Var olmayan şeyi varsanmak!. Var olan şeyi de yoksaymaktır. ” Varsayım” dediğimiz cevherdir.
Bunlardan, ” Nefs” dediğimiz yapıyı da Dünyanın ruhâniyeti meydana getirir.
Fikir, Merkürün ruhâniyetinden; Merkürün ruhâniyetinden;
Hayâl, musavvire Venüsün ruhâniyetinden meydana gelir.
İdrak, müdrike Güneşin ruhâniyetinden gelir.
Vehim, Marsın ruhâniyetinden gelir. , Marsın ruhâniyetinden gelir.
Himmet, Jüpiterin ruhâniyetinden gelir. , Jüpiterin ruhâniyetinden gelir.
Akıl, Satürn`ün ruhâniyetinden gelir. Fakat Satürn`ün ruhâniyetinden meydana gelen akıl maddi bir akıldır. Dünyaya ve maddeye dönüktür.
Uranüs`ten gelen akıl ise ” aklı kül“den yansımadır!. Çok geniş boyutlu, madde ötesine dönük düşünceleri meydana getirir. Madde ötesine dönük düşünceler Şiron`un uygun açıyla beslemesi halinde
hidayet dediğimiz “ALLAH”a ve özüne yönelme” tesirlerini meydana getirir.
Neptün, yüksek sezgi gücünü meydana getirir.
Pluton, “ALLAH“`a ait “var etme ve yok etme” gücünün yeryüzünde zâhire çıkmasına vesile olur.
ALLAH“`a ait “var etme ve yok etme” gücünün yeryüzünde zâhire çıkmasına vesile olur.
Eğer bir kişide Merkür`ün tesirleri güçlü ise, onda çeşitli fikirler meydana gelir. Merkür`ün güçlü tesirini
almış, ruhaniyetinden feyz almış insan, zeki insandır. Zekâ, Merkür`ün ruhaniyetine bağlıdır.
Cinlerin büyük çoğunluğu, Merkür`ün güçlü tesirlerinden feyz aldıkları için hemen hepsinde zekâ güçlüdür. Dolayısı ile şeytan da çok zekidir. Buna karşın cinler, akıl yönünden zayıftırlar!. büyük çoğunluğu,
Merkür`ün güçlü tesirlerinden feyz aldıkları için hemen hepsinde zekâ güçlüdür. Dolayısı ile
şeytan da çok zekidir. Buna karşın cinler, akıl yönünden zayıftırlar!.
Bir insan zekî olabilir; fakat yeterince akıllı olmayabilir!… Akıllı olabilir; zekî olmayabilir!. Hem zekâsı hem de aklı kıt olabilir!. Hem zekî ve hem de akıllı olabilir!.. Çünkü zekâ Merkür`ün ruhâniyetinden
kaynaklanır, akıl ise Satürn ve Uranüs tesirleri ile meydana gelir.
İdrak (kavrama) gücünü Güneşin ruhâniyeti verir.
Hayâl gücü Venüsün ruhaniyetinden hasıl olur. Buna Musavvire, şekillendirme gücü de denebilir.
Kişinin himmeti (azmi) jüpiter`in ve Şiron`un tesirleri iledir.
Güçlü olarak Jüpiter`in ruhaniyetini almışsa o kişi, maddeye dönük bir şekilde şanslı hayat sürer. Maddi sıkıntıları az, refahı fazla olur.. Şiron`un tesirini güçlü almışsa kişi, mâneviyata yönelir ve
mâneviyatta büyük derecelere ulaşma imkanını elde eder.
Satürn tamamen maddeye dönük bir akıl verir; yani bu kişi maddeyi ne yönde nasıl değerlendireceğini iyi bilir.
Uranüs`ün ruhâniyetinden feyz alan kişi maddi nesnelere hiç bakmaz, değer vermez. Tamamen madde
ötesi soyut değerler ve nesnelerle ilgilenir.. Yani, gerçek âlemin, madde ötesi bir yapı olduğunu
idrak eder. Ona yönelir.
Ancak, madde ötesi yapıya yönelme eğer Şiron’dan destek almamışsa o kişi felsefeci olarak kalır. Eğer bu hâl Şiron`dan desteklenmişse bu defa tasavvuf ehli velâyet mertebelerinin sahibi olur; icabında nübüvvet mertebesiyle zâhir olur. Aradaki fark Şiron`dan desteklenen bir Uranüs; veya Şiron`dan
desteksiz kalmış Uranüs`tür.
Felsefeci ile tasavvuf ehli arasındaki fark, “Şiron” farkıdır!. “Şiron” güneş sistemi içinde yer alan ve son yıllarda tesbit edilen bir gezegendir!.. ile tasavvuf ehli arasındaki fark, “Şiron” farkıdır!.
Şiron” güneş sistemi içinde yer alan ve son yıllarda tesbit edilen bir gezegendir!..
Niçin “Din” olayı akla değil de, imana dayandırılmış?…
İşin sır noktası bu!.
Akıl herhangi bir noktayı düşünürken, bütün bağlantıları gereği gibi kuramayıp, herhangi bir yanlış
fikrin etkisi altında kalma tehlikesi ile yüzyüzedir!.
İşte o anda da vehim, onun üzerinde hükmünü icra eder; yani nefsin, benliğin üzerinde tesirini icra eder.
Aklın gücünü, tesirini keser, geleceğe ve bilince dönük biçim yerine; bedene, ve benliğe dönük istikamette bir harekete sürükler.. O zararlı hareketi yararlıymış gibi gösterir!. Çünkü vehim, her şeyi tersine gösterir…
işte bu yüzden de zararlı hareketi yararlıymış gibi sandırıp, seni yanlışa çekebilir.
Ancak vehmin üstesinden yüzde yüz gelebilecek bir güç vardır…işte o güç iman gücüdür.
İman“da, “akıl” ve mantığa yön veren “fikir” durur!…
Meselâ sana biri geliyor, hiç aklının ve mantığının kabul etmeyeceği bir şey söylüyor. Şu işi şöylece yap diyor…
Eğer sen, o kişiye tam bir itimadla güvenmişsen, daha önceden aklın yatmışsa; bu kişi mutlaka doğru söyler, kendi menfaatine dönük bir şey söylemez, söylediği doğrudur diye tam inanmışsan; işte o zaman
söylediği ters bile gelse, vehim seni o işi yapmamağa tahrik etse dahi, ona olan o güvenin,
teslimiyetin dolayısı ile o işi yaparsın!.
İşte o işi yapman anında sen vehmini yenmişindir.
Ama işi o iman ve teslimiyetle yapmayıp da, “acaba ben bu işi böyle mi yapsam..? Bu böyle diyor ama,
bu böyle olursa, böyle böyle sonuçlanır; yok böyle olmazsa, şöyle şöyle neticeler doğurur
“un
içine girdin mi, işin içinden çıkamazsın ve o işi gerektiği biçimde yapamazsın.
Yapamadığın zaman da vehim sana galip gelmiş olur!. Yani yapamamak, vehminin sana galip gelmesindendir.
Bu yüzdendir ki ölümötesi yaşam konusu, teslimiyet ve iman esasına dayandırılmıştır.
Tasavvufta bütün tarikatlar esas olarak teslimiyeti ele alır… Yani der ki: “eğer tarikata girdiysen şeyhine teslim ol, ne diyorsa hiç üstünde fikir yürütmeden onu yap“!… Yani şeyhe teslimiyetin esası,
herhangi bir konuda fikir yürütmeden uymaktır.
Tarikat olayını bir yana bırakırsak; İslâmiyet çerçevesinde, Allah Rasûlü’nün fikirlerine, sen karşı fikir öne sürmeden güvenerek teslim ol, dediğini yap.
Ondan sonra o olay niye gelmiştir, hikmeti nedir? Onu araştır!. Onu araştırma denmiyor!.
O yüzden de Hz. Ali`ye “Sen “ALLAH”`a aklı ile yakîn olanlardan ol..” buyuruyor…
Yani niye öyle diyor?
Zaten teslimiyeti ele almış, teslimiyetle ilerliyor. ilerlerken neyin niye olduğunu, hikmetini anlamak için aklını kullan, diyor.
Kendine yön verme sırasında, istikametini çizme sırasında imanını kullan!.
Ama o yolda yürürken de akılla yürü ki sağlam olsun!.
Bir an gelir iman zayıflar… İmanın zayıfladığı anda akıl sana destek olsun!.
Eğer o konuda bir araştırma yapmışsan; neyin niye olduğunu kavramışsan; o işin hikmetlerini çözmüşsen; imanın zayıfladığı noktada akıl sana destek olur.
Ama aklını kullanmadan sırf imanla gidiyorsan, o zaman tehlikedesin!…
Çünkü iman daha önce de bahsettiğim gibi zaman zaman zayıflar…
Yine Hazreti Rasûlullah Ebû derdâ radıya’llâhu anha şöyle demiştir:
- AKLINI ARTTIR Kİ ALLAH`A YAKLAŞASIN!..
-Anam babam sana feda olsun yâ Rasûlullah, aklımı nasıl arttırabilirim ki?..
– Allahü Teâlâ’nın yasaklarından kaçın, emirlerini tut!.. Ki böylece akıllı olasın.’
Yine Hazreti Ömer, Ebû Hureyre ve Ubeyy b. Kâb radıyallâhu anhüm hazretleri huzuru Rasûlullah`a
gelerek Sâid b. Müseyyeb`den rivâyet edildiği üzere şöyle sordular:
-Yâ Rasûlullah!. İnsanların en âlimi kimdir?..
– Akıllı olandır!..
– En çok ibadette olanı kimdir?..
– En çok akıllı olan!..
- İnsanların en faziletlisi kimdir?..
– En akıllı olan!
-Yâ Rasûlullah, akıllı kimse, mürüvvet sahibi, cömert, konuştuğunu bilen ve hatırı
sayılan kişi değil midir
?..
-Bütün bu saydıklarımız dünyalık ve dünyaya ait şeylerdir. Âhiret ise korunanlarındır.
Başka bir hadîs-i şerîfte de Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
– AKILLI, Allahû Teâlâ’ya imân edip, Rasûlü’ne inanan ve emirlerini yerine getirendir.”
Evet, yukarıdaki hadîste ashabın sordukları özellikler, kişide dünya yaşamı ile alâkalı özelliklerdir.
AKIL ise, esas yapısı itibariyle geniş boyutlarda düşünebilmeyi, düşündüklerin değerlendirebilmeyi,
ölümötesi yaşamı idrâk etmeyi ve bu idrâkın gerektiği şekilde ölümötesine hazırlanabilmeyi sağlar.
İşte bu sebeple insan ” akıl” ile ” iman” şerefine ulaşır.
Akıl ile Allah’a ulaşılır!.. Kim ” aklı” ve ” ilmi” inkâr ederse, o ancak cahildir ki; “Allahü Teâlâ onu cehil batağından kurtarıp, ilim ile şereflendirsin, akıl ihsan eylesin” demekten başka
bir şey elimizden gelmez!..
Demek ki;
Cenâb-ı Hak’kın yarattığı en değerli şey olan aklımızı değerlendirecek, idrâk edemesek bile Hazreti
Rasûlullah Aleyhi’s-selâm’ın dediklerini aynen kabul edecek ve bu konuda nizâya girmekten,
münakaşaya girmekten kesinlikle kaçınacağız.
Ahmed Hulusi
1986
Soru
- İsteyerek ve hissederek akıldan geçirilen düşünce, takdiri
ilâhi değil midir?..
Cevap
– Nefsinin takdiridir!… Algılama daima değerlendirmeden
önce gelir…
Soru
Akıllanmayacak deliler insan boyutunda yer alır mı?.. Âhiret yaşantısındaki yeri neresidir?..
Cevap
-Dünyadakinin devamı olan bir boyuttur baştan beri hasta olanlar için… Sonradan aklını yitirenler ise son akıl kayıtlarına göre muamele görürler…
Soru
– İmâna akıl ile varılmaz mı esas olarak; yani insanın mantığına kabul ettirerek imân etmesi gerekmez mi?..
Cevap
-Aklı olmayanın imanı da olmaz!
Aklın yetmediğine iman gerekir…
Aklın ihâtası içinde kalana zaten imân gerekmez, o yakîn hükmündedir ve o durumdaki aklın konusu ikandır, imanı geçmiştir.
İmanın gereğini uygulamak
dahi gene akıl işidir…
Kişinin aklı yaşamına hâkim olacak düzeyde değilse, o zaman kişi imânın gereklerini yerine getiremez.
Soru
-Benim demek istediğim, akıl sağlığı yerinde olanlar için, yani bazıları diyorlar ki; “Allah’ı ve İslam’ı anlamak için akıl yeterli değildir, kabullenmedir“ diyorlar..
Cevap
-Onlar aklın ne olduğunu tam olarak bilemiyorlar!..
Akıl, sigaranın zararını ilmen biliyorsa, bu artık, iman konusundan çıkar elbette!…
İman akıllıya teklif edilir, aklı olmayanın imanı da olmaz!.
Kişinin imanı, aklı kadardır!.
Su anda aklımız kadarıyla konuşuyoruz birbirimizle…
Ve aklımız kadarıyla iman sahibiyiz…
Burada özellikle vurgulamak istediğim husus şu:
Allah Rasûlü’nün bildirdiklerine iman etmekten amaç, onun gösterdiği doğrultuda fiilller ortaya koyarak yaşamaktır.
Allah Rasûlü, tüm yaşamında insanlara ölümötesi gerçekleri anlatarak, onların gerekliÇALISMALARI UYGULAMAK SÛRETİYLE kendilerini ölümötesi ebedi azap ve sıkıntılardan korumaları yolunda mücadele vermiştir.
O’na iman ediyorsak; bize düşen, hiç olmazsa, zamanımızın bir kısmında, insanlara ölüm ötesi gerçekleri idrâk ettirerek, onların ölümötesi ebedi azaptan kurtulmaları yolunda çalışma yapmaktır…
En azından ölümötesi yaşamlarına zarar vermek demek olan beyin sağlığımıza ve beyin sağlıklarına bile bile zarar vermemektir!.
İman, o’dur ki…
Seni kendine ve başkalarına zarar vermekten alakoyar!
Bu, imanın en alt sınırıdır!.
Soru
-“ Akıl” dediniz… Nasıl akıl?
Albert Einstein akıllı idi,
yoksa öyle akıl değil mi ?
Cevap
Einstein akıllı değil, çok zeki idi… Bu konu detaylı olarak
“ AKIL ve İMAN” isimli kitabımda açıklanmıştır. Aklı ve zekâ arasındaki farkı orada okuyun!.
Soru
-Üstad, siz mezhep imamlarının tarikat şeyhlerinin tâbi olunurluğu olmadığını ama bunlardan yansıyan bilgilerin günümüz şartlarına uygun olanlarından istifade edilebilineceğini söylediniz.. Ama sonra da Hz.Muhammed dışında kimseye tâbi olmakla mükellef olmadığınızı söylediniz.. Burada ben biraz çelişki hissediyorum.
Cevap
-İnsanlar benim bilgi birikimimden de istifade ediyor ama bana
tâbi olmak diye bir kavram sözkonusu değildir…
İslâm’da değerli olan
Tahkik” tir; taklit değil !.
Soru
-Yoo, size tâbi olmaktan bahsetmiyorum..Başkaca mezhep imamları ya da tarikat şeyhleri…
Cevap
-Bilgiden istifade etmek ayrı şeydir, tâbi olmak ayrı şey… Bütün insanlar her dalda birbirlerinden yararlanırlar ama tâbi olunacak tek Zât, Rasûlullah`tır!..
Ben tahkike erecek gücü – aklı kendimde bulamıyorum diyenler, diledikleri kişinin görüşlerinin yolundan gidebilirler… Ama hataları ve sevapları kendileri sırtlanarak!…
Öbür tarafta, “ben şuna tâbi olmuştum da ondan dolayı bu yanlış fikre kapıldım” ya da “şu yanlış davranışı ortaya koydum” gibi bir mâzeret geçerli olmayacaktır.
Kişinin sorularının bittiği yer, onun tatmin olma noktasıdır… Buna da duygularla değil akılla erişilir!…
Hz. Muhammed aklı olanlara ve ilmi duyguyla değil akılla değerlendirebileceklere
yararlı olmuştur.
Duygu ve şartlanmalarla O`na yanaşanlar ise neticede O`na karşı cephede yer almışlardır…
Dostlar , ilme sarılan kurtuluşa erer. Kişilere sarılanın işi ise şansa kalmıştır!.
Sağlam yoldan gitmek isteyen daima akıl ve mantığını kullanarak ilim yolunu seçsin…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder