27 Temmuz 2014 Pazar

Zaman kaça?

“YAŞAMIN HAMMADDESİ OLAN ZAMAN’IN YÖNÜ ve DEĞERİ”

·         İnsanların biraz daha zamanlarının olması için her şeyi yapabileceklerini söyleyip, zaten sahip oldukları zamanlarını yine de boşa harcamalarını şaşırtıcıdır. Bir günü hepimizin 24 saat olarak yaşadığımızdan hareketle zamanın insanoğlunun yaşamında herkes için eşit olarak dağıtıldığını söyleyebiliriz. Ancak, büyük yaşamları olan insanları diğerlerinden ayıran ise bu saatleri nasıl kullandıklarıdır.
·         Sevdiğimiz şeyleri yapabilmek için hep daha fazla zamanımız olsun istiyoruz. Fakat zamanımız olduğunda ise aklımız başka yerde oluyor. Akıl geçmişle gelecek arasında dolaşıp duruyor, şimdiki zamanda pek oyalanmıyor. Bundan sonra ne yapacağımıza kafa yoruyoruz ya da kaçırdığımız şeylere öfkeleniyoruz.
·         Genelde birçoğumuz, hayatımızın çok büyük bir kısmını “sevdiğim şeyler için zamanım yok!” diyerek geçirmişizdir.  Çok sevdiğimiz deniz kenarına gitmeye, yıllar yılı, “yeteneğim var ama…” diyerek bir hayal olarak kalan oyunculuk kursuna, fotoğraf çekmeye, farklı şehirleri görmeye, bazen uyumaya, bazen uyanık kalıp aylaklık yapmaya zamanımız olmamıştır. Çünkü biz öyle olduğunu sanmışızdır. *“Başarı uman (ve bunun için çabalayan) insanların, başarısızlıktan korkan (ve bunu bekleyen) insanlardan daha mutlu olduklarını ve daha fazla şey başardıklarını araştırmalar kanıtlamıştır. Başarı yolunuzun başındaki birtakım başarısızlıkları kabullenebilirseniz, hazineyi bulana kadar kazmak için gerekli enerjiyi bulursunuz. ‘Hatalar’ yüzünden umutsuzluğa kapılmayın. Deneme yanılma, insan olmanın bir parçasıdır. Her ‘hata’nın sizi ilerideki başarılarınıza biraz daha yaklaştırdığını düşünün.” diyen Alan Lakein, hataların hepsini kendimiz yapacak kadar yaşayamayacağımıza göre bu hatalardan ders almamız gerektiğinin altını çizerken, hataların bazen bireyi başarıya götüren anahtarlar olduğunu da bizlere anımsatmaktadır. Arada bir de olsa, çoğunlukla da olsa yaptığınız hataların ağırlığı altında ezilmemeye çalışmalıyız. “Her hata, hata olduğu anlaşıldığı sürece düzeltilme şansına sahiptir.” Unutmamak gerekir ki; “Gerçeğe giden yol, çoğu zaman hata yapmaktan geçer.”
·         Bilincin, yaşamın ve gerçekte her şeyin, evrenin dokusunu oluşturuyor olması, şaşırtıcı gibi görünse de, aslında doğaldır. Hologramın bir parçasının, tümün özelliklerini içermesi gibi, eğer ulaşmasını bilirsek, baş parmağımızın ucunda Andromeda galaksisini bulabiliriz. Aynı zamanda Kleopatra’nın Sezar’la ilk karşılaşmasına da tanık olabiliriz. Çünkü ilke olarak tüm geçmiş ve tüm geleceğin imajları, uzay ve zamanın en ufak bölümüne varıncaya dek, her yere yayılmış durumdadır. Bedenimizin her bir hücresi tüm kozmosu barındırır. Her yaprak, her yağmur damlası ve her bir toz tanesi de öyle, tıpkı William Blake’in ünlü şiirinde olduğu gibi ve ona yeni anlamlar ekleyerek:

Dünyayı görmek için bir kum tanesinde,
Ve cenneti bir yaban çiçeğinde,
Yakala sonsuzluğu avucunun içinde,
Ve bir saatin içinde, ebediyeti...
*Zaman, birbiri ardına gelen anlardan oluşan sonsuz bir zincir olarak görülür. Eğer daha yakından, yani anın deneyiminden bakarsanız, aslında o kadar da fazla an olmadığını görürsünüz. Sahip olduğunuz tek an, şu andır. Hayat, daima şimdi de yaşanır.
Şair Henry Van Dyke aşağıdaki sözcükleri bir bakıma zamanla olan ironik ilişkimizi anlatır:
“Zaman,
Geçmesini bekleyenler için çok yavaş,
Korkanlar için çok hızlı,
Üzülenler için çok uzun,
Sevinçli olanlar için çok kısa,
Ancak, sevenler için, zaman yoktur.”
·         Yavaş akan zaman, ergenlikten birkaç yıl sonra hızlanmaya başlar. Yükümlülükler çoğalır ama günler uzamaz. Gençlikte bitmek tükenmez gibi gelen saatler, az bulunur bir varlığa dönüşür. Bir seçim yapmamız gerekmektedir. Akşamlarımızı can sıkıcı ya da sinir bozucu birisi olma ihtimali bulunan bir insana feda etmekten çekindiğimiz için, daha az arkadaşlık kurarız. Aynı zamanda yaşamımızın ufku bir kez daha genişlemiştir. Geçmiş yönünde, geriye baktığımızda gitgide daha çok yılı görebiliriz ve geleceğe baktığımızda olanaklarımızın artık sınırsız olmadığının bilincine varırız.
·         Vücut sıcaklığının öznel zamanı hızlandırıp yavaşlatabileceğinin farkına varılması, Amerikalı psikolog Hoagland’ın tesadüfi keşfinin bir sonucudur. Hoagland karısının ilaçlarını getirmek için odadan kısa bir süre ayrıldığı halde hasta karısı çok vakit harcadığı için ona çıkışmış. Sonra Hoagland karısından bir dakikalık zaman aralığı belirlemesini istemiş. Karısının “dakika”sının uzunluğunu otuz yedi saniye olduğu ortaya çıkmış. Ateşi yükseldikçe dakika daha uzun gibi geliyormuş karısına.
·         İlk modern bilgisayarları geliştirdiği kabul edilen Konrad Zuse, 1940’larda evrenin işleyiş şekline ilişkin bir içgörü anı yaşadı. İlk bilgisayarları çalıştıracak basit programları geliştirirken, ciddi bir bilimsel olasılık olarak görülmesi beklenen bir şeyden çok roman kurgusuna benzeyen bir soru sordu. Zuse’nin merak ettiği şey basit bir biçimde şuydu: “Evrenin tamamının kurduğum bilgisayarlar gibi çalışıyor olması mümkün müdür?” 1999’un çok beğenilen filmi Matrix’in ortaya çıkmasına neden olan da aynı özelliklerdir. 2006’da uygulanabilir ilk kuantum bilgisayarının tasarımcısı olan Seth Lloyd, Zuse’nin evrene benzeyen bilgisayar fikrini bir adım ileriye götürdü. Yeni teknoloji ve yeni keşiflerin ışığında, bu fikri “Farzedelim” ifadesinden “Budur” ifadesine yükseltti.
·         Kendinizi geçmişte görmek istiyor musunuz? Bir aynanın önünde 1,5 m uzaklıkta durun. Aynada gördüğünüz görüntü, sizin 10 nano-saniye önceki görüntünüzdür. Öyleyse, bir aynaya baktığınızda, kendinizin biraz daha genç halini görürsünüz.
·         Kozmosta her şey, gizli iradenin kesintisiz holografik yapısı olduğundan; parçalardan söz etmek anlamsızdır. Bu, suyun aktığı muslukları, suyun kaynağından bağlantısız parçalarmış gibi düşünmeye benzer. Bu yüzden elektron, ilk temel madde değil; holohareketin bir görünüşüdür. Evrendeki her şey, bir halının motifleri gibi tüme bağlıdır. Einstein, uzay ve mekânın, birbirine bağlı olduğunu söylediği zaman, dünya hayret etmişti. Bohm bu görüşü bir basamak daha ilerletti ve “evrende her şey, birbirinin devamı olarak süreklilik arz etmektedir” dedi. Bunu göz önüne alınca, her şey, aynı şeydir; “Som, Bölünmez, Tek”
·         Beden saati, zamanı otomatik olarak saptar. Uyandıktan 16 saat sonra, işimize gelsin ya da gelmesin, yoruluruz. Bedenin ölçütü sabittir. Bize doğuştan verilmiştir.
·         Bizim kültürümüzde zaman, yüzyıllardır sadece mekanik bir aletin kadranının gösterdiği şeyle eş tutulmuştur ve belki de içimizdeki zamanı unutmamıza bunun da bir katkısı olmuştur.
·         Biyolojik saat “öglena” gibi tek hücreli basit bir hayvancıkta bile bulunur. Bu küçük yaratık dünyada bir milyar yılı aşkın bir süredir yaşıyor – çiçekli bitkilerin ortaya çıkmasından çok önce. Herhangi bir küçük su birikintisinde yeşil renkli kalın bir tabakanın yüzdüğünü görürseniz, bu tek hücreli oraya kitleler halinde yerleşmiş demektir. Öglena basit yaşamının ritmini kendisi üretmektedir. Gerçekten de bu minik organizmanın içinde biyolojik bir saat vardır. İnsan vücudunda, her bir yaklaşık bir öglena kadar olan 100 milyar hücre bulunuyor. Kulağa ne kadar inanılmaz gelse de, her bir hücrenin kendi iç saati vardır. Her hücrede, bir zaman ölçme mekanizması gizlidir.
·         -Kişisel günlük ritmimizi dikkatle incelediğimizde, iç zamanla dış zaman arasındaki farklar özellikle göze çarpar. Organizmanın kendini gün boyunca nasıl yönettiği yalnızca kol saatinin ölçüsüyle açıklanamaz. Her sabah yataktan çıkıp güne başlamak kimileri için bir eziyettir, bazılarıysa aynı saatte kendilerini enerji dolu hissederler. Saatin gösterdiği zaman, güneş ışığı ya da kahve ölçeği herkes için aynıdır. Demek ki bu zıtlık bizim içimizde yer alıyor olmalı."


Şanslı doğulmaz, şanslı olunur!



"Şans faktörü üzerinde araştırma  yapan İngiliz Psikoloji Profesörü Richard Wiseman, hayata pozitif bakanların daha şanslı olduklarını ortaya koydu. Hatta kötü talihi yenmenin yollarını da buldu! İşte, şansınızı artırmak için yapmanız gerekenler!
Peki, araştırmanın sonucunda ne çıktı? Bu, uzun soluklu araştırmanın sonucuna ilişkin, Prof. Wiseman’ın cevabı kısa: “Herkes kendi şansını kendisi yaratıyor!
Zaten bu, milyon kere büyüklerimizden duymuş olduğumuz bir söz değil midir? Ama her şey o kadar basit değil!  “Hayatımızı derinlemesine etkileyen bir olgudur talih” diyen Wiseman, şansı şöyle tanımlıyor:
“Birkaç saniyelik kötü şans, uzun yıllar çabalamak zorunda bırakabilir bizi. Buna karşılık bir anlık iyi şans da, ömür boyu başarıyı ve mutluluğu getirebilir.
Şans, olmayacak bir olayı olanaklı hale getirme gücüne sahiptir; yaşam ve ölüm arasındaki, kazanç ve kayıp, mutluluk ve ümitsizlik arasındaki farkı yaratır.”
Wiseman, bu fikrinin birçok insana korkutucu geldiğinin de altını çiziyor: “Çünkü insan, geleceğinin kendi kontrolü altında olduğunu düşünmekten hoşlanır!”
İyi ama gelecek, bizim elimizde değilse, o halde şansımızı nasıl kendimiz yaratabiliyoruz?
Şanslılar, hep şanslı!
Bu sorunun cevabını, Wiseman’ın Londra sokaklarında yaptırdığı basit bir araştırma veriyor. Sokakta, rastgele çevirdikleri insanlarla konuşan araştırma ekibi, şu ilginç sonuçla karşılaştı: Deneklerden yüzde 50’si kendilerini ‘şanslı’ görürken, yüzde 14’ü ‘şanssız’ olduklarını iddia ediyordu. İlginç olan, hayatlarının bir alanında kendilerini ‘şanslı’ bulan insanlar, diğer alanlarda da şanslı olduklarını düşünüyordu. Örneğin “kariyerimde şans yüzüme güldü” diyen bir denek, özel hayatında da şansı yakaladığını söylüyordu.
Aynı şekilde, işinde şanssız olduğunu söyleyen denekler, şanssızlığın tüm hayatlarında etkili olduğunu vurguluyordu. Bu basit araştırma, iyi ve kötü şans deneyimlerinin ‘tutarlılık’ gösterdiğini ortaya koydu. İnsanların bir kısmı şanslarının daima yaver gittiğini, bir kısmı ise daima şanssız olduğunu düşünüyordu. Wiseman, “Araştırmanın bir başka ilginç bulgusu; insanların şansın ya da şanssızlığın tamamen kader olduğunu düşünmesi” diyor.
İlginç hikayeler…
Peki, hala şansa ‘kader’ diyebilir misiniz? İnsanların bir bölümü ısrarlarla, “ben hep çok şanslıyımdır”, bir bölümü ise “şans hiç yüzüme gülmez” diyorsa, bunda kaderin parmağı olamaz değil mi? Kaderin çok da suçlu olmadığını, ‘Şans Faktörü’ kitabındaki deneklerin öyküleri gösteriyor.
İşte, ‘şanslı’ Lee’nin öyküsü: “Yirmi yıldan beri satış ve pazarlama işindeyim. Gösterdiğim performans nedeniyle pek çok terfi ve ödül kazandım, üst düzey görevlere getirildim. Başarımda, şans çok çok büyük rol oynadı. Her zaman doğru zamanda doğru yerde oldum.” …
Lee, sadece işinde şanslı değil. 25 yıldır mutlu bir evliliği var. Üstelik bir keresinde şansı sayesinde kıl payı ölümden kurtulmuş!
Stephen ise, hayatın kendisine her zaman kötü bir oyun oynadığından yakınanlardan. Londra’da yaşayan 54 yaşındaki Stephen’e bir keresinde kazı kazan kartına büyük ikramiye çıkmış. Ancak bir baskı hatası yüzünden kartın pek çok kere basıldığı ortaya çıkmış ve ikramiyeyi binlerce kişiyle paylaşmak zorunda kalmış!
Stephen, her zaman işlerini yoluna koymakta da zorlanmış, muhasebecisi kendisini dolandırmış ve sonunda iflas etmiş. Ardından da kalp krizi geçirmiş: “Artık ne işim var, ne de param. Bana her zaman bir işin yüzde 101’ini yapmak düşmüştür. Bazen yukarıdakinin bana karşı daha insaflı davranması gerektiğini düşünüyorum. Bundan daha iyisini hak ediyorum, fakat sanırım kartlar bu şekilde dağıtılmış.”
Çok acıklı değil mi? Ama acıklı olan Stephen’in yaşadıkları mı, yoksa hayata bakış açısı mı?
Prof. Wiseman’a göre şanslı ve şanssız insanlar arasındaki dört temel fark:
1- Şanslı insanlar daima tesadüflere bağlı fırsatlarla karşılaşıyor. Yaşamlarında çok olumlu etkileri olacak insanlarla tesadüfen tanışıyor ve ilginç fırsatlarla karşılaşıyorlar. Şanssız insanlar ise bu tip deneyimleri çok az yaşıyor.
2- Şanslı insanlar sebebini bilmeden doğru kararlar veriyor. Hangi kararın çıkarlarına olacağını ya da kimin güvenilmez olduğunu bilebiliyorlar. Şanssız insanların kararları ise hep yanlış oluyor, hayal kırıklığı yaratıyor.
3- Şanslı insanların hayalleri sihirli bir değnek değmiş cesine bir anda gerçekleşiyor; amaçlarına ulaşıyorlar. Şanssız insanlar için durum yine bunun tam tersi: Hayalleri fanteziden öteye gitmiyor.
4- Şanslı insanlar, şanssızlığı şansa döndürme yeteneğine sahipler. Şanssız insanların böyle bir kabiliyeti yok ve kötü şansları onlara her zaman mutsuzluk ve başarısızlık getiriyor.
Peki ya psişik duygular?
Araştırmalar, aslında şans meselesinin de pozitif düşünceyle göbekten bağlı olduğunu gösteriyor. Sadece Prof. Wiseman değil, tüm uzmanlar; algıları açık, çevrede olan bitene meraklı, hızlı hareket edebilen, çabuk karar veren, riskten korkmayan, mutlu ve pozitif insanların daha şanslı olduklarını vurguluyor.
Kişisel Gelişim Uzmanı Nil Gün de, “Şanssızlıkların, kendisini şanssız olarak addeden kişiyi bulması çok doğaldır. Çünkü bu inancı karşısına çıkan fırsatları görmesine engeldir,” diyor.
O halde ne yapıyoruz?
Önce hayata olan bakışımızı pozitife çeviriyoruz. Çevremizde olan bitene dikkat kesiliyoruz, gelen fırsatlardan kuşkulanmak yerine onları birer şans olarak değerlendirip, riskleri göze alıyoruz…
Ve tabii ki Prof. Richard Wiseman’ın araştırmasının ortaya koyduğu “Şansın Dört İlkesi”ni şiar ediniyoruz…
Şansın dört ilkesi
1. ilke:
Tesadüflere bağlı fırsatları çoğaltın!
• Şanslı insan güçlü bir “şans ağı” inşa eder ve bunu korur.
• Şanslı insan hayata daha esnek ve sakin bakar.
• Şanslı insan daima yeni deneyimlere açıktır.

2. ilke:
İş sesinizi dinleyin!
• Şanslı insan, iç sesini ve sezgilerini kullanarak başarılı kararlar verir.
• Şanslı insan, sezgilerini yükseltecek adımlar atar.
3. ilke:
Geleceğin iyi olacağını düşünün!
• Şanslı insanın gelecekle ilgili beklentileri, hayallerini gerçekleştirip amaçlarına ulaşmasını sağlar.
• Şanslı insan, şansının gelecekte de süreceğini düşünür.
• Şanslı insan, başarı olasılığı çok zayıf da olsa amacına ulaşmak için çaba gösterir ve başarısızlığa direnir.
• Şanslı insan, başkalarıyla etkileşiminin başarılı olacağı beklentisindedir.
4. ilke:
Kötü şansı talihe dönüştürün!
• Şanslı insan, kötü şansını talihe dönüştürme yeteneğine sahiptir.
• Şanslı insan, kötü kaderin iyi yanını görür.
• Şanslı insan, başına gelen talihsiz bir olayın uzun vadede en iyi şekilde sonuçlanacağına inanır.
• Şanslı insan, şanssızlıkların üzerinde durmaz.
• Şanslı insan, gelecekte daha fazla talihsizlik yaşamamak için yapıcı adımlar atar."

“Şans öğrenilebilir!”




Bırakılacaklar listenizde neler var?




 “Yaşam hızla devam ederken daha etkili olmak için zaman planlaması yaparız, yapılacaklar listemiz vardır; günlük, haftalık, aylık ve belki de yıllık bunları uygularız.
Yaşamda daha etkili olmak istiyorsanız, bir şeylerin tıkandığını veya ilerleyemediğinizi hissediyorsanız bırakılacaklar listenizi de çıkartmanızı tavsiye ediyorum.
Hiç durmayın hemen yazmaya başlayın, çok eğlenceli ve farkındalığı yüksek bir çalışma yapıyor olacaksınız kendinizle. Aklınızda çıkartmak ve sıraya koymak işe yaramayacaktır hatırlatmak isterim.
Eğer yazamıyorsanız belki de o kadar bastırdınız ki göz yumuyor olabilirsiniz. Göz yumduğunuz her şey sizi yorar, enerjinizi çalar ve sizi farkında olmadan tüketir. Katlandığınız çok şey varsa başarılı olmanız da zordur.

Şimdi yazın; aslında farkında olduğunuz ama düşünmeyi bile ertelediğiniz, bırakmak istedikleriniz neler?
Sizi rahatsız eden ama bırakamadıklarınız neler?
Enerjinizi tüketen, az veya çok rahatsız edenler neler?
Yaşamda katlanmak zorunda olduklarınız neler?
Size yük gelen neler var?
Verimsiz devam eden neler var?
Sizi sıkan, yoran, katlanmak zorunda olduğunuz neler var?
İşinizde, evinizde, özel hayatınızda neleri bırakmak istersiniz?
Sonra kendinizi düşünün.
Kendinizde bırakmak istediğiniz neler var?
Karakterinizde, alışkanlıklarınızda, sizi zorlayan, değiştirmek istedikleriniz neler?
Tüm bunların listesini yapın. Sonra devam edin.
Nasıl bırakabilirsiniz? Neler yapabilirsiniz? Çözümler üzerine düşünün.
Ne zaman yapacaksınız? Tek tek zamanı planlayın.
Çok güç gibi görünen şeyler varsa listenin içinde endişelenmeyin, zamanı gelince onlar da çözülecektir.
Planladıklarınızı hayata geçirmek için güvendiğiniz insanların da desteğini isteyin.
Yaşam Sizin!
Seçimleriniz nasıl bir hayatı yaşamak istediğiniz konusunda en güçlü araçlar. Siz seçin, karar verin ve hayatınızı daha keyifli ve doyumlu hale getirmek için yaşamınıza sahip çıkın.
Sevgi hep yolunuzda olsun.”




Basit yaşaki, başkalarıda var olabilsin!..

"Eğer dünyadaki mayamızın daha fazla bozulmasının önüne geçmek istiyorsak, yaşantımızı basitleştirmenin yollarına kafa yormamız gerekiyor."




“Hayatı basitleştirmek aslında basit görünür ama zordur. Aşağıdakileri uygulamak, normal bir insanın yapacağı şeylerdir. Ama çeşitli nedenlerle bunları yapmayız ki zaten bunlar genelde saçma nedenlerdir. Mesela yardım istemeyiz kimseden, çünkü yardım istemenin güçsüzlük olduğunu düşünürüz. Bunları yaparken bu fikirlere asla kapılmayın çünkü bu sizin hayatınız ve yeterince zor:
·         Yardım isteyin!
·         Ceplerinizde, çantanızda daha az malzeme taşıyın.
·         Evinizi temiz tutun. Sık kullanmadığınız eşyaları düzenli olarak temizleyin.
·         Masanızı dağınık bırakmayın!
·         Zamanınızı israf eden etkinlikleri sallayın.
·         Aldığınız her yeni şey için iki şey ortadan kaldırın. Fazla biriktirmeyin.
·         Maddi durumunuz elveriyorsa hizmetçi, bahçıvan, kapıcı kiralayın.
·         Kısıtlamalarınızı bilin ve buna göre hareket edin.
·         Hayır demeyi öğrenin!
·         Fazla mükemmeliyetçi olmayın.
·         Geçmişi bırakın.
·         TV, internet, medya gibi unsurlarda etkenliklerinize sınırlama koyun!
·         Çalışın.
·         Sağlık ilişkilerinizi bitirin.
·         Ekonomik olarak kendinizi güvene alın. Borçlanmayın.
·         Daima doğruyu söyleyin!
Bunları uyguladıktan sonra göreceksiniz ki aksaklıklarınız azalacak. Yaşam gerçekten daha kolay olacak. Çünkü yaşam bir zincir gibidir, tüm halkalar birbirine bağlıdır.
Prof. Dr. Osman Müftü oğlu daha iyi bir hayatın iksirinin beyinde olduğunu söylüyor ve 8 muhteşem öneriyi bizlerle paylaşıyor”

“Neden bazıları daha altmışına gelmeden farklı hastalıklara yenik düşüp hayatını kaybederken bazıları neredeyse yüz yıldan fazla yaşıyor? Neden bazıları kolay kolay hastalanmazken diğerleri her ayın 3-5 gününü yatakta geçiriyor?

Neden hastalandığımıza dair soruların cevabını verebilirsek iyi ve uzun bir hayata ilişkin birçok soruyu yanıtlamış olacağız. Palavracı alternatif tıp uygulamacılarına sorarsanız, bu soruların yanıtı var. Ne ki kanıta dayalı modern tıp ve geleneğe dayalı tamamlayıcı tıp bu sorulara hala net yanıtlar veremiyor.
Size şimdilik şu kadarını söyleyebilirim: Bu sorulara cevap bulmak için daha en az 30-40 yıl beklemeniz, dişinizi biraz daha sıkmanız gerekiyor. Kısacası şimdilik çaresiziz...
Hepimiz zaman zaman denetimimiz dışında nedenlerle hasta olabilir, hatta ölebiliriz. Bizim inancımıza göre hastalık, ki çok doğru bir yaklaşımdır, sağlığın zekâtı, ölüm ise Allah’ın emridir. Sağlığınıza ne kadar dikkat ederseniz edin sizin dışınızdaki belirleyiciler herhangi bir anda ve hiç de beklemediğiniz bir zamanda sağlığınıza çelme atıp, sorun yaratabilir. Kısacası uzun ve sağlıklı bir ömür sürmenin garantili bir iksiri veya ilacı yoktur. O da hayatın kendisi gibi uzun ve ince bir yolculuktur. Eğer “yılmak yok, yola devam!” diyorsanız adına kısaca “iyi hayat” dediğimiz yolculuğa her şeyden evvel inanarak devam etmelisiniz.
Anlatmak istediğim şey şudur: İyi bir hayat sürmek, sağlıklı kalmak, uzun yaşamak, yani “iyi hayat” için genetik yatkınlık önemli. Tansiyonunuzun, kolesterolünüzün, kan şekerinizin, trigliseridinizin, kilonuzun da önemi büyük. Ne yiyip içtiğiniz, nasıl uyuduğunuz, ne oranda aktif bir hayat sürdüğünüz de önemli belirleyiciler. Soluduğunuz hava, içtiğiniz su bile birer belirleyici... Ama en az bunlar kadar nasıl yaşadığınız, çevremizdekilere, olup bitenlere hangi duygularla yaklaştığınız, ruh beden ilişkisini ne kadar önemsediğiniz, daha da önemlisi ruhunuzu beslemeye dikkat edip etmediğiniz de en az onlar kadar önemli. İyi hayat için sadece yemeye, içmeye, uyumaya, egzersize odaklanmanız yetmez. İyi hayatın iksiri sizde, beyninizdedir.

Bağışlamak unutmaktır

Bağışlamak daha yeni ve daha güçlü ilişkiler kurmanın, eski ilişkileri yeniden canlandırmanın kolay bir yolu. Bağışladıkça hafifleyeceğinizi, gelişeceğinizi, yaşamınızı boyuna uzatamasanız bile enine büyütüp genişleteceğinizi aklınızdan hiç çıkarmayın. “Bağışlamak unutmaktır” cümlesini her gün görebileceğiniz bir yere büyük harflerle yazın. Uzun yaşam uzmanları bağışlamanın ruhu rahatlattığını, stresi azalttığını, sevgi ve uyumu kolaylaştırdığını ama her şeyden önemlisi manevi hayata güç kattığını söylüyorlar.

İyimserlik etkilidir

Hayata daima pembe gözlüklerle bakmak zor olsa da denemekte fayda var. İyimser insanlar kesinlikle daha mutlular. İyimserlerde kalp krizlerinin, tansiyon yükselmelerinin, hatta kanserlerin beklenenden daha az görüldüğünü kanıtlayan güçlü bilimsel verilere sahibiz. İyimser olmayı sakın işi oluruna bırakmak, her şeyi olduğu gibi kabul etmek ya da boyun eğmek gibi yorumlamayın. İyimserliğin sonradan kazanılabilen bir güç olduğunu da bir kenara not alın.

İlişkileriniz güçlü mü?

İnsanlarla daha yakın ilişkiler kurabilen, özellikle dost, arkadaş çevresini geniş tutmayı, aile ilişkilerini sağlamlaştırmayı becerebilenlerin, sokulgan, girişken, sıcak kişilerin daha sağlıklı ve uzun bir ömür sürdükleri kesin. İlişkileriniz güçlendikçe güven duygularınız güçlenecek endişe, korku ve telaşınız azalacaktır. İlişkileriniz güçlendikçe hayatınız daha keyifli ve huzurlu olmaya başlayacaktır. İlişkileriniz geliştikçe aidiyet duygularınız sağlamlaşacaktır.

Hayır demeyi öğrenin

İyi bir hayat sürmeyi düşünüyorsanız “hayır” demeyi bilmelisiniz. Pek çoğumuz gerginliklerimizin temel kaynağının hayır demeyi bir türlü becerememekten, daha da önemlisi herkesi hoşnut etmeye çalışmaktan, önümüze gelen her sorumluluğu üstlenmekten kaynaklandığının farkında değiliz. “Hayır” diyememek aşırı sorumluluk yüklenip altında ezilecek yükü arttırmak anlamına gelmektedir. Taşıyabileceğinizden fazla yük yüklenmemeli, bir koltukta iki değil, bir karpuz taşımaya özen göstermelisiniz.

Hayatı basitleştirin

İyi bir hayatın küçük ama önemli belirleyicilerinden biri de hayatı olabildiğince basitleştirmektir. Basit bir hayat daha az sorunlu bir hayat demektir. Basit hayat hafifliktir. “Küçük güzeldir” deyimini ilke edinen, “az çoktur” deyimine yürekten inananların huzuru yakalaması ve mutlu anlarını çoğaltması ihtimali artar. Basitlik ve alçak gönüllülük gönül hoşluğu sağlar.

Duygusal detoks şart

Sık yaptığımız yanlışlardan biri de “toksin yükünü azaltmak” söz konusu olduğunda bu işi yalnızca bedensel toksinlerden arınmakla başarabileceğimizi zannetmemiz. Bağırsaklarımızın, karaciğer ve böbreklerimizin iyi çalışması tabii ki faydalı, toksinleri azaltma bakımından tabii ki önemlidir. Ne var ki bizi en çok üzen toksinlerin bedensel değil, duygusal toksinler olduğu da kesindir. “Yeni hayat” her gün hepimize yüzlerce olumsuz düşünce, duygu, gereksiz gerginlik, öfke, hiddet, endişe, korku, kaygı yüklüyor. Bunların her biri son derece zararlı birer toksin. Bu duygusal toksinler bilinçaltımızda biriktikçe bedensel fonksiyonlarımız yavaş yavaş bozulmaya, kalbimiz teklemeye, tansiyonumuz çıkmaya, uykumuz kaçmaya başlıyor. Geceleri terlemelerle uyanıp sabahları yorgun kalkıyoruz. Bu nedenle her gün düzenli olarak hiç olmazsa 5-10 dakikalık “ruhsal detoks seansları ” yapmayı ihmal etmemenizi öneririm. Bu seansları mutlaka iç farkındalıklarınızı geliştirme ve iç yolculuklara çıkma gibi de düşünmemelisiniz. Kalabalıklaşmak eşle, dostla, aileyle birlikte olmak, gülmek, eğlenmek ve sevdiğiniz insanlarla iyi ve güzel anlar paylaşmak da aynı etkiyi yaratacaktır. Kaygıyla başa çıkmanın en etkili yollarından birinin kafanızı boşaltmak olduğunu lütfen aklınızdan hiç çıkarmayın.

Cinsellik önemli

İyi bir hayatın belirleyicilerinden biri de sağlıklı cinsel hayattır. Sağlıklı cinsel hayatın beraberinde güçlü bir bağlılık da gerektirdiğini bilmelisiniz. Cinsel enerjiyi doğru kullanmayı ve onu eşiniz ya da partnerinizle en doğru şekilde paylaşmayı becerebilirseniz cinselliğin ömür uzatıcı etkisinden yararlanmanız kolaylaşacaktır.

Sevgi damar açıcıdır

Birkaç yıl önce okuduğum iyi hayata ilişkin bir kitapta rastladığım şu cümleyi asla unutmadım: “Sevgi damarlarınızı açabilir!” O cümleyi yazan şöyle devam ediyordu: “Koşulsuz sevmek ve başkalarının sevgisini kabul etmek yaşamınıza yalnızca anlam katmakla kalmaz, ayrıca sağlık da kazandırır”. Araştırmalar şefkat ve sevgi dolu bir bakımın ateroskleroz ve kalp krizi riskini azalttığını gösteriyor. Sevgiye odaklı bir hayatın bağışıklık sistemini güçlendirdiğini örneğin kandaki immunoglobin A seviyesini yükselttiğini gösteren bulgular var. Yoksulluk ve fakirlik içinde yaşayan, ömrünü zorluklar, eksiklikler ve yoksulluk içinde geçiren ama yaşam süresi seksen yılın üzerinde olan pek çok insanın varlığı sizi şaşırtmasın. Bu insanların ortak yönü güçlü bir sevgi yoğunluğuna, yalın bir inanç yapılanmasına sahip olmaları. Sevgileri ve manevi inançlarıyla ölümcül hastalıklara direnen, hatta bazen bu hastalıkları yenmeyi başaran kişilerin varlığı şaşırtıcı değildir."

"Hayatınızı basitleştirin!


Yeni yıla girerken bir sürü işimiz vardır. En kolay olanlar çevremizdekilere hediye almak, yeni yıla nasıl ve nerede gireceğimize karar vermek, ne giyeceğimize karar vermek ve hangi ayakkabı-çantayı kullanacağımıza karar vermek. Bunlar işin kolay tarafı. Hatta yılbaşı gecesi kendimizi eğlenmek zorunda hissetmek bile kolay. Peki zor olan nedir?
Zor olan şudur; Yeni yılda hayatımızla ilgili kararlar almak zordur. Çünkü her yeni yıla girerken yeni bir sayfa açıp hedeflerimizi belirleriz. Bunlar özellikle kilo vermek, içki ya da sigarayı bırakmak, okulu bitirmek, iyi bir iş bulmak, evlenmek ya da yeni bir araba almak. Her yeni yıla girerken kararlar alırız. Sonra bunları yapamamanın ızdırabı ile bir yeni yıla daha gireriz. Yapamayız çünkü yapmamız gereken o kadar çok şey vardır ki, hiç birini yapamayız. Çünkü hayatımızın içi kalabalıktır. Hayatımız çok yoğundur. Hangi birisine yetişeyim diye dert yanarız. Çok haklısınız.
Bu günlerde harika bir kitap okudum; Kitabın adı “Hayatınızı Basitleştirin”, kitabın yazarı Elaine St. James.
Kitabı okurken her bir satırında kendimi buldum. Bir çoğunu yapmışım, daha yapamadıklarım da var tabii. Ama yavaş yavaş uygulamaya koyabilirim. Kitaptan alıntılar yapmak istiyorum:
“1980’li yıllar insanlarda yüksek yaşam standardını yakalama tutkusu yarattı ve bizler bazen gerçekleşmesi mümkün olmayan beklentilere kaptırdık kendimizi. En güzel ev, en hızlı otomobil, en iyi iş, en yüksek maaş, en parlak gelecek, en mutlu evlilik, en modern eşyalar, en iyi okullarda okuyan en zeki çocuklar, en son moda giysiler ve paranın satın alabileceği uzay çağına özgü her türlü zımbırtıya sahip olabilmek için, çok daha fazla çalışmamız gerektiğini düşünüyorduk.”
Oysaki hayatımızı biraz basitleştirdiğimiz zaman daha mutlu olabiliriz. Peki nasıl diyorsanız size kitaptan başlıklar halinde öneriler vermek istiyorum:
Hayatı basitleştirmenin yolları;
- Yaşamınızda dağınıklığı azaltın
- Kullanmadığınız eşyalardan kurtulun
- Mutfak alışverişine ayırdığınız zamanı yarıya indirin, toptan alışveriş yapın
- Çamaşır yükünü yarıya indirin
- Daha küçük bir evde yaşayın
- Eğer tekneniz varsa, satın
- Araba seçiminde düşük model seçin
- Gard robunuzu sadeleştirin
- Televizyon bağımlığından kurtulun
- Her telefon ve her kapı çaldığında açmayın
- Özel günlerde hediye verme alışkanlığını basitleştirin
- Borçlarınızı temizleyin
- Tüketim alışkanlığınızı gözden geçirin
- Biri dışında bütün kredi kartlarınızdan kurtulun
- Yakın bir ev ya da evinize yakın bir iş bulmayı ilke edinin
- Daha az çalışın, işinizi daha çok sevin
- Ailenize zaman ayırın
- Yeme alışkanlığınızı değiştirin, haftada  bir gün yalnızca meyve yiyerek beslenin, içecek olarak sudan şaşmayın
- Spor yapma alışkanlığı edinin
- Sabahları bir saat erken kalkma alışkanlığı edinin
- Gülmeyi öğrenin
- Yoga öğrenin
- Yolunda gitmeyen ilişkilerinize son verin
- İnsanları değiştirmeye çalışmaktan vazgeçin
- Yılda bir kez tek başınıza bir tatile çıkın
- Bütün işleri aynı anda yapmaya çalışmaktan vazgeçin
- Güneşin batışını izlemeye vakit ayırın
- Hayır diyebilmeyi öğrenin
- Geçmişten ders almayı öğrenin
- Beklentilerinizi değiştirin
- Otomobilinizden kurtulun
- Telefonunuzdan kurtulun
Kitapta her bir satırın açılımı var.  Detayları öğrenmek isterseniz kitabı okumanızı tavsiye ederim.”



“Hayatınızı basitleştirmenin 11 yolu…

http://mutlulukhormonu.files.wordpress.com/2012/07/jumping-jacks1.jpg?w=547Hayatı karmaşık hale getirmeye gerek yok, basit önlemlerle daha sade bir hayata yol alalım.

1- Geçmişteki hatalarınızdan öğrenin fakat unutmayın ki geçmiş geçmiştir.
Geçmişteki hatalarınız iyi bir gelecek yaratmak için birer araçtır. Onlardan alacağınız dersi alıp bir basamak gibi kullanın. Fakat onları inkar etmeyin, hiç mi hiç üzülmeyin. O derslerin alınması gerekiyordu. Eğer iyi ise harikadır, kötü ise deneyimdir ! bunu unutmayın ( kurumsal hayatta kiler zaten bilir;) )

2- Sadece gerçekten sizin için önemli olan şeylere odaklanın.
Sizin için önemli şeyleri tanımlayın ve geri kalanlara çok vakit harcamayın.

3- Meşgul değil , üretken olun.
Gereksiz işlerle uğraşmayın, sonucu bir yere varacak işlere kanal ize olun.

4-  Ne almak istiyorsan onu ver.
Altın kural şu; sevgi istiyorsan sevgi ver, arkadaşlık istiyorsan arkadaşlık ver, para istiyorsan değeri katın.

5- Herkesin her şeyi olmaya çalışmayın.
İnanın çok yorucu bir uğraş olur, herkesle iyi arkadaş olmak zorunda değilsiniz, herkese yardımcı olup herkesi mutlu edemezsiniz. Arkadaş grubunuzu kısıtlı tutun ve var olan arkadaşlarınızla daha derinlemesine ilişkiler kurun.

6- Sağduyunuzu dinleyin, genelde doğruyu söyler.
Kendinize karşı dürüst, adil  ve nazik olun.  Bu en basit yaşam şekli. Uymaya zorunlu olduğunuz kuralları bir tarafa bırakınca ve kalbinizden geçeni uyguladıkça hayatınız basitleşecek. Hoşlandığınız şeyleri tercih edin.

7- Alanınızı organize edin.
Kullanmadığınız şeyleri gözünüzün önünden kaldırın. Mümkün olduğunca basit ve sade bir alan yaratın kendinize. Unutmayın etrafınız kalabalıklaştıkça aklınız karışıyor.

8- Zamanınızı etkili kullanın
Plansız ve complex sistemler de hayatımızda ayrı bir stres unsuru oluyor. Hayatınızdaki her şeyi basit, mantıklı ve etkili bir biçimde düzenlemeye vakit ayırın ve bunu koruyun.  e mailleriniz, mutfağınız, biriktirdiğiniz kağıtlar, kitaplar, dvd’ler her şey için geçerli bu konu.

9-  Bazı şeyler mükemmel olmasa da olur.
Her şey mükemmel olmak zorunda değil. Hayat mükemmel şeyleri değil iyi yapılan şeyleri ödüllendiriyor. Ve bizim iyi dediğimiz bu şeylerin %99′u mükemmel değil.

10- Hayatınızda dram yaratmayın, drama queen’lerden uzak durun.
Gereksiz dram yaratmayın. Gereksiz dram yaratanlarla arkadaşlık yapmayın. Kural basit. Hayatınızda tanımaktan gurur duyduğunuz, sizi destekleyen, cesaretlendiren gününüzü aydınlatan insanlar olsun. Negatif  insanlardan uzak durun. İnanın hayatınız bu ruh emicilerle vakit geçirecek kadar uzun değil:)

11- İnsanların hakkınızda düşündüklerini ve sizden beklediklerini unutun.
En büyük özgürlüklerden biri başkalarının hakkınızda düşündüklerini takmamak. Sizden bekledikleri de gerçekten sizin hayattan bekledikleriniz mi emin olun. Kendi hayaliniz olmayan şeylerin peşine anlamsızca düşmeyin.
Son derece hızlı bir tempoya sahip olan bu dünyada yaşamlarımızı basitleştirmek imkansız gibi görünüyor. Ama şunu düşünün; gereksiz şeyler için ne kadar çok boşa zaman ve enerji harcıyorsunuz? Bulamadığınız eşyalar için ne kadar çok boşa zaman harcıyorsunuz? Çoğu zaman, yaşamı gerekenden daha karmaşık hale getiririz ve bir şekilde kendimizi, yaşamımızda her şeyin maksimum olması gerektiğine inandırırız. Kişisel gelişim uzmanı Jennifer Ottolino yeni makalesinde, gereksiz olandan kurtulmanıza ve her şeyi daha basit hale getirmenize yardımcı olacak bazı stratejiler veriyor: 
+ Sınırlarınızı genişletin. Hayır demenin sakıncası yoktur. Bir görev için taahhütte bulunmaktan rahatsız oluyorsanız ya da bir şey size yanlış gibi görünüyorsa, yapmayın. Çoğu zaman sıkıntı yaşamamızın nedeni, içimizden gelen hisleri göz ardı etmemiz ve bu yüzden genellikle yanlış yolu izlememizdir. 
+ Yapılacak işler listesini kısaltın. Birkaç aydır listenizde olan yapılacak işleri eleyin. Sürekli kendinize yapacağınızı söylediğiniz ama daha ilginç/önemli bir şeyler bulduğunuz için ertelediğiniz işlerden kurtulun. Şu ana kadar bunları yapmadıysanız, artık önemi kalmamıştır ve sadece enerjinizi tüketirler. 
+ Dağınıklığı önleyin. Bir şeyler arayarak ne kadar zaman geçiriyorsunuz? Kurtulmanız gereken eşyalarınız mı var? Yaşadığınız alan ne kadar dağınık olursa, kendinizi o kadar stresli hissedersiniz. Dağınıklığı ortadan kaldırdığınızda, artık ihtiyaç duymadığınız şeylerden kurtulduğunuzda ve derli toplu bir eve kavuştuğunuzda, yaşamınız daha kolaylaşacaktır. 
+ Değerlerinizi geliştirin. Değerlerinizin neler olduğuna karar verin ve bu değerler için yaşayın. Çoğu zaman kendi içimizde çatışmalar yaşarız; çünkü yaşama biçimimiz değerlerimizle uyum içinde değildir. Örneğin, bir numaralı değeriniz aileyse ve işiniz haftada 65 saat çalışmanızı gerektiriyorsa, kendinizi huzursuz ve mutsuz hissetmenizde hiçbir tuhaflık yoktur. 

Daha iyi hissedin
+ İnançlarınızı gözden geçirin.
 Temel inançlarınız neler? Bazı inançlarınız, değer katmayan iş ve projelerden kurtulma yeteneğinizi sınırlıyor olabilir. Sürekli bir şeyle meşgul olarak değer yarattığınıza inanıyorsanız, işlerden kurtulmanız daha zordur. Para kazanmanın tek yolunun çok çalışmak olduğuna inanıyorsanız, her zaman çok çalışacaksınız demektir.
Kendinizi iyi hissedin
+ Öncelikleri belirleyin. Önümüzdeki yıl mesleğinizde/işinizde, ev yaşamınızda, ilişkilerinizde ve kendinizle ilgili elde etmek istediğiniz bir ya da iki şeyi belirleyin. Yalnızca bu öncelikler için çalışın. Para kazandıracak yeni bir ürün ailesi geliştirmeyi hedefliyorsanız, dikkatinizi verip ciddi zaman harcamanız gereken tek şey bu demektir. Yeni fikirlerle heyecanlandığınız zamanlarda, bir fikir defteri alın ve gelecekteki projelerinize yönelik bütün yeni fikirlerinizi yazın. 
+ Kendinize dinlenmek için izin verin. Dinlenmeyi tembellikle eş tutan bir kültürde yaşıyoruz. Bu nedenle, yaşamlarımızı neredeyse işle dolup taşarak kendimize düşünecek zaman bırakmayacak hale getiriyoruz. Ama bir çıkış yolu var; kendinize dinlenmek için izin verin. Hiçbir şey yapmadan gününüzü gün edin. Ne kadar çok yeni ve ilginç keşifler yaptığınıza siz de şaşıracaksınız. 
+ Kendinize iyi bakın. Arabamıza vücudumuzdan daha iyi bakmamız komik değil mi? Vücudunuza ve zihninize iyi bakın. Size enerji ve hafiflik kazandıracak şeyler yiyin. Vücudunuzu güçlendirecek biçimde beslenin. Stresi azaltmak ve zihninizi boşaltmak için vücut egzersizleri yapın. Beyninize yeni aktivitelerle egzersiz yaptırın. Bu, kendinizi daha sakin ve zinde hissetmenizi sağlayacaktır. 
+ Eğlenin. Eğlenmek, bizim için niye bu kadar zordur? Her hafta sizi eğlendirecek bir şey yapmak için zaman ayırın. Tamamen saçma bir şey yapın. Kendinizle eğlenin. Gülün. Başka her şeyi bir süre için unutun ve yalnızca eğlenin. Kendinizi çok daha iyi hissedeceksiniz. 

Mücadeleyi bırakıp teslim olun
Bir şey gerçekten bir mücadeleye dönüşmüşse ya da bir çözüm bulamıyorsanız, bir süre için onu unutun. Kendinize zihinsel mola vermek, beyninizi dinlendirecek ve yeni fikirler üretmenizi sağlayacaktır. Hiç gecenin bir yarısında uyanıp "İşte bu!" dediğiniz oldu mu? Bunun iki nedeni vardır: Ya dinlenmiş ve zindesinizdir ya da beyninizdeki düşünceleri yönlendirmeye çalışmamışsınızdır.
Sabah Facebook’ta dolanıyorum, arkadaşlarımdan Özlem’İn paylaştığı ve benim de aşağıya aldığım yazıyı okudum.
Kadın sabah kalkmış, aynaya bakmış ve kafasında yalnız üç tel saç görmüş. “ Hım, …demiş galiba bugün saçımı örgü yapacağım. “ Öyle de yapmış, günü de harika geçmiş. Ertesi gün kalkmış, aynaya bakmış, kafasında iki tel saç kalmış. ” Hım.” demiş, ” bugün saçımı ikiye ayıracağım.” Dediğini de yapmış, harika bir gün geçirmiş. Bir ertesi gün yine kalkmış, aynaya bakmış, kafasında tek tel saç var. ” Tamam, tamam. “ demiş. “ artık bugün atkuyruğu yaparım.” Öyle de yapmış ve çok çok güzel bir gün geçirmiş. Daha bir ertesi gün aynaya baktığında, kafasında bir tek tel bile kalmamış. ” Wow! ” diye bağırmış. ” Bugün saç derdim yok. “
Muhteşem bir paylaşım, bugün konuştuğumuz, paylaştığımız, yaşadığımız her konuyu özetlemiş. Kendinle barışık olmak, hayatı basit yaşamak, umutla yaşamak, dünü düşünmeden, yarın ne olacağını bilmeden yaşadığın anı yaşamak.
Kısacık ama o aylarca bilmem kaç tane filozofun sözlerindeki derin anlamları son derece basite indirgeyen bir anlatım, bir yaşama bakış açısı.
Biz insanoğlu nedense hayatı kendimize zorlaştırmayı severiz. Çok güzel bir ilişkiye başlayan, yaşadığı güzel ilişkiyi götürmeye çalışmak yerine, acaba yarın ne olur, böyle gider mi diye endişe duymaya başlar. Eğlenmenin, giyinmenin, sevginin, sevgimizi gösterme şeklimizin hep basit halleri değil de, zorlu hallerini severiz.
Bunu yaşayanlarımızın belki kendilerince nedenleri vardır, kendilerine mantıklı gelen, yaşanan tecrübeler, eski ilişkiler,güvensizlik, aşırı güven gibi daha bir çok neden.
Ancak unuttuğumuz çok önemli bir şey var ki, hayatı ne kadar basit yaşarsan, sorunları da o derecede basite indirgersin. Bugün hayatımda hiç sorun yok diyen bir tek insanoğlu olamaz, hepimizin sorunları var,  ama yaşarken bu sorunların üstesinden kendimizden başkası gelmeyecek, sorunu ne kadar büyütürsem, çözümü de o derecede zorlaştırıyorum demektir.
Her ne kadar zaman zaman eleştirsem de Facebook’ta insanların paylaşımlarına göz attığınız da, bütün filozoflar, psikologlar veya bu Enerji konusunda çalışanlar hep aynı şeyi söylüyor, ÖNCE SEN.
Önce sen hayatı, yaşamı, yaşam şeklini, bakış açını ortaya koyacaksın. Yaşadığın senin yaşamın, bu yaşamı basitleştirmekte, zorlaştırmakta senin elinde, yaşam herkese farklı davranmıyor, sen yaşamı kendince farklılaştırıyorsun.
Örneği tekrar okuyun, öyle bir durumda olmak kimsenin tercihi olamaz, ama yaşama bakışı hepimizin tercihi olmalı, yaşadığımız anlar bizim için o kadar önemli ki, tekrar geriye sarıp KEŞKE yapsaydım, yaşasaydım diyebileceğiniz bir yaşam yok. Bugünü yaşama şansımız var, o zaman bugünümüzü en güzel, ne keyifli, ne mutlu yaşama ve becerebiliyorsak yaşatma şansımız varsa, bunu heba etmeyelim.
Yaşamınızı zorlaştırmadan, severek, isteyerek, keyifle, güvenle yaşamanızı dilerim, sevgiyle kalın.
Haluk Siz bilgisayarınızın bütün özelliklerinden yararlanıyor musunuz? Peki televizyonunuzun her işlevini kullanıyor musunuz? Bırakın işlevlerini TV kanallarının hepsini izlediniz mi?
Kim bilir evinizdeki bulaşık makinesi ya da çamaşır makinesinin kullanmadığınız ne çok özelliği vardır.
Acaba bilgisayarların kullanmadığımız özelliklerine para vermeseydik bunları ne kadar ucuza satın alırdık?
Hayatımıza giren ürünlerin işimize yaramayan ne kadar çok özelliği var ve çoğu ürün ne kadar karmaşık.
Siz de benim gibi elektronik aletlerin kullanma kılavuzlarını çok karmaşık buluyor musunuz?
Kullandığımız aletler daha yalın, daha sade, daha basit olsaydı hayatımız daha kolay olmaz mıydı?
Bunu yapabilen bazı markalar var. Bunlar tüketicilerin beklentilerini daha iyi anla yor, ürünleri daha sade bir şekilde sunmanın yollarını ustaca buluyor. Mesela Google ana sayfasını düşünün, bu sayfada sadece bir pencereyle karşılaşıyorsunuz ve içine bir soru yazıp gönderdiğinizde bir saniyeden daha kısa bir sürede onlarca sayfa cevap alıyorsunuz. Kullanıcı için ne kadar yalın, ne kadar sade ve ne kadar basit değil mi? Oysa bu yalın çözümün arkasında binlerce mühendisin emeği ve son derece karmaşık bir sistem var; ama Google kullanırken biz bunları hiç hissetmiyor hiç görmüyoruz. Google aslında karmaşık (Complex) bir sistemdir; ama bize yansıyan yüzü son derece yalındır (Simple).
Apele ürünleri de aynı mantıkla üretilir, arkasındaki karmaşık teknolojiye rağmen kullanıcı için hayat son derece yalındır. Apele ürünlerinin tamamı “kullanıcı dostu” olmak üzere tasarlanmıştır.
Philips de “Sense ant simplicitiy” (Hisset ve basitleştir) felsefesini benimseyerek aynı amacı güdüyor.
Marka dünyasının geleceği “simplexity” (Simple complexity - Jeffrey Kluger) anlayışı üzerine kuruluyor. Karmaşık olanın basitleştirilmesi anlamına gelen Simplexity, Google ve Apple’da olduğu gibi çok başarılı bir marka cazibesi ve müşteri bağlılığı yaratıyor.
Simplexity anlayışı daha akıllı, daha “yalın” ama aynı zamanda daha “kaliteli” bir hayatı amaçlıyor.
MIT 2004 yılında Prof. John Maeda başkanlığında “basitlik konsorsiyumu” (MIT Simplicity Consortium) adını verdiği bir girişim başlattı. Bu konsorsiyumun misyonu, teknolojinin hayatımızda yarattığı karmaşıkla baş etmek ve zeki ama aynı zamanda zarif çözümler bulmaktı. Konsorsiyum, "azın çok olacağı" (less is more) bir gelecek yaratmak için çaba gösteriyor.
John Maeda, kendisini “Hayatın anlamını anlamaya çalışan hümanist bir teknoloji bilimcisi” olarak tanımlıyor.
Madea’nın sadeleşmek için önerdiği on basit adım var.
1. Sadeliğe ulaşmanın birinci ilkesi "azaltmaktır". Esas olanı kaybetmeden “olmasa da olabilecek” her ayrıntıdan kurtulmak yaşamı kolaylaştırır. Bu yalınlığın en önemli adımıdır. Yeni nesil tasarımların tamamı bu ilke üzerine kuruludur: Fazlalıklardan kurtul!
2. Karışıklığı ortadan kaldırmanın en önemli yollarından biri düzenleme yapmaktır. Derli toplu olan her şey daha yalın görünür, dikkatimizi yormayan her şey hayatımızı kolaylaştırır. Bilgisayarlarımızda konulara göre dosyalar oluşturmak, bizim dikkatimizi rahatlatır. Yorulmadan çalışmamızı sağlar. Yaşadığımız alanları düzenlemek zihin açar. Düzen dinginlik getirir, nefes aldırır.
3. Zamandan tasarruf etmek hayatı sadeleştirir. Zamanı iyi ve verimli kullanmak karmaşık olanı sadeleştirir. En iyi tasarım, kullanıcıya en az zaman harcatan tasarımdır. Bütün tasarımcıların ürünlerini bu anlayışla yaratmaları gerekir. İçinde yaşadığımız "bolluk" çağının en kıt kaynağı zamandır. Düne kıyasla bugün hepimizin daha çok yapacağı iş var; ama hepimizin zamanı daha fazla işe bölünmüş durumda. Hepimiz dikkat fakiri olduk, zaman hepimiz için çok değerli.
4. Bilgi sahibi olmak, bilgi edinmek bir işi basitleştiren en önemli unsurlardan biridir. Eğer bir işin nasıl yapılacağını bilmiyorsak, bu iş bize çok zor ve karmaşık gelir. Oysa öğrenmek, bilgi edinmek ya da bir bilene sormak önümüzü aydınlatır, zihnimiz açar. Bir işin nasıl yapılacağına vakıf olmak işleri kolaylaştırır ve o işi yapılabilir kılar. Bir şeyi öğrenmek zaman kaybı gibi görünebilir; ama bir işe koyulduktan sonra bilgisizlik nedeniyle başa dönmek daha fazla zaman kaybettirir. Oysa nasıl yapılacağını bilmek en büyük kolaylıktır.
5. Basitleştirmek, sadeleşmek ve hafiflemek için önce karmaşıklığı bilmek gerekir. Bu anlamda basitliğin karmaşaya, karmaşanın ise sadeliğe ihtiyacı vardır. Eğer yalın çözüm yaratmak istiyorsak neyin karmaşık olduğunu bilmemiz gerekir. Bir iş ancak zamanla yalınlaşır. Hiç bir ürün ilk tasarlandığı zaman yalın olma şansına sahip değildir. Hayat bizi zor olandan başlatır; ama eğer gerçekten istiyorsak ve yeterince emek harcarsak karmaşık olanı yalınlaştırabiliriz.
6. İşleri ve olayları bir bağlam içinde, o işin etrafındaki unsurlarla ilişkilendirerek ele alırsak sadeleşmeye doğru gidebiliriz. Apple’ın başarısı kullanıcının hangi işi hangi bağlamda yapacağını çok iyi analiz etmesinden kaynaklanır. Yalınlık çevresel faktörleri bir bağlam içinde ele alarak elde edilebilir. Kuş bakışıyla ilişkilendirdiğimiz her şey bizim için daha düzenli ve daha kolay algılanabilir hale gelir. Karmaşıktan basite doğru giderken her adım arasındaki bağlantıyı anlamak, bir sonraki adımı da görmemizi, dolayısıyla bütün ilişkileri kavramamızı sağlar.
7. Yaptığımız her işe duygularımızı katmalıyız. Yaptıklarımız duygusal bir boyut kazandığında daha anlamlı olur. Eğer yaptığımız iş anlamlı ise ve duygularımızı yansıtıyorsa fazla ayrıntıya, fazla süse gerek kalmaz. Anlamlı olan bir şey ne kadar sade olursa olsun yine de değerli olur. Duygusal zekâsı yüksek olan her şey kullanıcısıyla bağ kurar ve her zaman daha anlaşılır olur. Anlam bulduğumuzda en zor işler bile kolaylaşır.
8. Daha sade bir hayata kavuşmak için mutlaka iş birlikleri yapmamız gerekir. Her işi kendimiz yapamayız. Bu özel hayatımızda olduğu kadar iş hayatımızda da geçerli bir kuraldır. Hayatı daha yalın yaşamanın ön koşulu, iş birliği yapacağımız insanlara daha fazla güvenmektir. Yalınlığa ulaşmak için iş bölümü yapmak, güvendiğimiz kişilerle iş birliğine gitmek, işleri delege etmek ve uzmanlığa güvenmek gerekir.
9. Bazı şeyler ise asla daha fazla basitleşemez. Zamanla, deneyim kazandıkça yapılabilecek olanla yapılamayacak olanın farkına varmayı öğrenmeliyiz. Bunu kabul edip, zorlamaktan vazgeçmeliyiz. Bazen inat etmemek, gereksiz yere zorlamamak ve işleri olduğu gibi kabul etmek lazımdır. Böyle bir kabulleniş aslında en çetrefilli işleri bile sabırla ve iç huzuruyla yapmamızı sağlar.
10.Basitlik, bariz olanı çıkarmak, anlamlı olanı eklemektir. Yalınlık gereğinden fazla olanları gözümüzün önünden akıllıca uzaklaştırmak, doğal ve açık olmak, amaca uygun olanları korumaktır. Yalınlığın en önemli kuralı, anlamlı (dolayısıyla gerekli) olanı ekleyip bariz bir şekilde gereksiz olanı çıkarmaktır.
Madea’nın önerdiklerini yapabilmek için çok boyutlu düşünmek ve karmaşık ilişkileri yönetebilmek gerekir. Bir işi yalınlaştırabilmek ancak o işin girdisini-çıktısını en ince ayrıntısına kadar bilmekle mümkün olur. Bir işi sadeleştirmek için önce o işi çok iyi öğrenmek gerekir. Lüzumsuz parçalarından arınmış, yalın ve zarif bir ürün yaratabilmek için gerçekten ince kıvrımlı, gelişmiş bir zihnin ve deneyim gereklidir. Yalın Çözüm Rekabet Üstünlüğü Sağlar Mı?
Gerçekten de bugün ev hanımlarından CEO’lara kadar herkes hayatını sadeleştirerek kolaylaştırmak istiyor. Karmaşık ürünler insanları zorlamaktan ve yormaktan başka bir işe yaramıyor.
Bence hemen her alanda sistemin işlevine engel olmayacak şekilde bütün fazlalıklardan arınmak mümkündür. Gereksiz tüm özellikler çıktığında hemen her şey daha hafif, daha anlaşılır ve daha zarif olur; daha yalınlaşır ve kolaylaşır. Sade olan bir şey aynı zamanda daha özgün ve kolay anlaşılır, kolay kullanılır olur.
Sadeleşmek “hayır” demeyi bilmekten geçer. Aklımıza her geleni yaptığımız işe dahil edersek ortaya karmakarışık bir şey çıkar; oysa sadelik sadece gerekli olanı almak ve diğer her şeye hayır diyebilmektir. Steve Jobs, “Odaklanma, karşınıza çıkan yüzlerce iyi fikre “hayır” diyebilmektir. Apple’da yapmış olduğumuz şeyler kadar yapmadığımız şeyler için de gurur duyuyorum.” diyor.
Ben John Madea’nın bulgularından da hareketle hayatı ve işleri basitleştirebilmenin aslında bir bakış açısı, bir felsefe olduğuna inanıyorum. Yaptığımız her işi yalın ve zarif yapmak bir hayat görüşüdür, bir duruştur. Bence hepimizin, elimizden geldiğince hayatımızı yalınlaştırmamız gerekir. Gereksiz olan her üründen, her ayrıntıdan uzaklaşmamız gerekir.
Küçük Prens’in yazarı Antoine de Saint-Exupéry “Mükemmele ulaştığınızı ekleyecek bir şey olmadığında değil, çıkarılacak bir şey kalmadığında anlarsınız.” der.”