17 Şubat 2014 Pazartesi

Arz- hâl!..

Arz- hâl:


“Arz-ı hâl etmek üzere kapının önündeyiz. Gözlerimiz zuhur edecek teveccüh tayfları ufkunda, dudaklarımızı, Zâtını tâzimle süsleyip, sinelerimizin âhlarını mırıldanarak, kulak kesilmiş, takdirlerinizi bekliyoruz. Ayrı düştüğümüz o talihsiz günlerde aklımızı hevâ kapıp götürdü, kalblerimizi şeytan okları delip geçti, hem sarsık hem güçsüzüz. Evvelâ mârifet ve muhabbetle gönüllerimize hayat üfle ve bu mevhibelerini yeni iltifatlarla taçlandır. İnayetinle elimizden tut ve bizi şu birkaç asırlık sefaletten kurtar. Her yerde pusuya yatmış din düşmanları, dine-imana taarruz bahaneleri icat ediyor ve saldırı fırsatları kolluyor. Kapının kulları geçinen bir kısım densizler ise, insanların diyanet hislerini kullanarak dünya peşinde koşuyor. Dört bir yan, kin ve nefret hırıltıları, hırs ve makam homurtularıyla inim inim.. kitleler şaşkın, istikbal sis ve duman, yollar amansız, yol kesenler imansız, aldananlar ise hadd ü hesapsız; ya katından bize bir ışık ve burhan gönder, ya da artık bu yolu nezdine döndür...

Vücutlarımız rüzgârla sarsılan ağaçlar gibi tir tir, yüzlerimizde inkisar çizgileri ve gönüllerimiz de burkuk mu burkuk.. adem-i kabul endişelerimizi engin müsamahana bağlayarak haremgâh-ı sübhânîye yürüyor gibi Sana yaklaşma heyecanı içindeyiz. Sen şimdiye kadar o dergâha kimleri kabul etmedin ki.! Kabul etmekle de kalmadın, isyanlarını, tuğyanlarını, küstahça baş kaldırmalarını afv u mağfiretinin çağlayanına salarak alıp onları baş köşeye oturttun; oturtup pişmanlıkla o tir tir sinelere yeniden diriliş kevserleri içirerek onlara ebedî varolma zevkini duyurdun. O kapıdan ne mütemerrid küstahlar ne de sürekli baş kaldırmış asiler kovulmadı, geriye döndürülmedi. Bir kere "Yâ Rab!" diyene binlerce lütufta bulundun.. adını dil ucuyla ananları bile sürekli yâd edilme hil'atleriyle şereflendirdin. Bütün bunlar ümitlerimize fer verdi, gönüllerimizi Sana koşma heyecanıyla şahlandırdı. Ellerimiz yukarıda, ruhlarımız afv u safh intizarı içinde.. söze ne hâcet, hâlimiz Sana ayân...

Sen biliyorsun, biz de bunun farkındayız; ömrümüzün hasenât kefesi bomboş, pek çoğumuz itibarıyla bir ihlâs bezginliği içindeyiz. Çoğumuz gafil, bedbin, dünsüz-yarınsız sefil birer hâlzede gibi aktüalite ile iç içeyiz. Her hâlimizde âlâyiş, gösteriş, köpük köpük hevâ ve heves; sürekli zevk ü sefâya, makama, mansıba, şöhrete, şana ve dünyevî hülyalara oynuyoruz. Yığınların rüya ve hülyaları ekonomi ve refah; taptıkları da dolar, dinar ve euro. Ruhlar meflûç, kalbler kötürüm, basîret âmâ, düşünceler kirli, davranışlar da tam buna göre... Gece ve gündüz gibi iki yüzlü yaşıyoruz, ak görünüyor, kapkara davranıyoruz; idare ve siyaset deyip hem ışık türküleri söylüyor hem de karanlık ağıtları mırıldanıyoruz. Devirlere, dönemlere göre renkten renge giriyor, bukalemunları şaşırtacak mârifetler (!) sergiliyor ve aldatmayı beceri kabul ediyoruz. Bazen başımıza bir beyaz külah geçiriyor, bazen belimize zünnar bağlıyoruz; bazen minarelerin başında tevhidi ilân ediyor gibi bar bar bağırıyor, bazen de "lâyüad ve lâyuhsâ" şürekâya selâm duruyoruz.

Zulüm ve lütuf duyguları içimizde âdeta yan yana, kahramanlık gösterileriyle cebânet tavırları aynı kalbde sarmaş-dolaş; hile-hud'ayı aklın en önemli derinlikleri sayıyoruz.. kendi hile ve komplolarına yenik düşenlerimizin ise hadd ü hesabı yok. Ellerimiz-ağızlarımız, gözlerimiz-kulaklarımız, dillerimiz-dudaklarımız yaratılış gayelerinden fersah fersah uzak ve âdeta nankörlüğe kilitli; eller memnû meyvelerde, ağızlar harama açık duruyor; gözler başkalarının kusur müfettişi.. yalan revaçta, hıyanet âdiyattan bir şey, hakkın ismi var sadece; adalet "sayyâd-ı bîinsaf"ların hazırladığı kapanların önüne saçılmış birkaç dane gibi bir şey; vefa Kafdağı'nın arkasında, ahde hürmet unutulup da bir köşede kalmış mı bilemiyorum; buna karşılık haksızlık Firavunları utandıracak dorukta. "Lânetle anılan cebâbire"ye rahmet okutturacakların sayısını Allah bilir... Gerçi insan olduğunu fark edenlerin adedi de az değil; ama canavarlaşan ruhların yanında bunlar deryada birer damla kalır. Zannediyorum nefis, sırtında taşıdıklarına hiçbir dönemde bu kadar başarılı küheylanlık gösterisi yapmadı. Binler-yüz binler nereye koştuğunun ya da koşturulduğunun farkında değil; yollar kıvrıla kıvrıla bir meçhule uzanıyor, yolcularsa bir hedefe doğru yol aldığını sanıyor. Mesafeler amansız, yürüyenler iz'ansız, plânlar birer kuruntu, yapılanlar ise havanda su dövme.

Her durakta bir sürü hain düşünce rengârenk masallar üretiyor.. masallar birer büyü gibi dinleyenleri uyutuyor.. bâtıla açık şuuraltları, aldatan rüyalar görüyor. Bu rüyalarda küfre şahlık urbaları giydiriliyor; diyanete ise cadı elbiseleri. Mazi, karanlık birkaç fotoğraf karesine hapsediliyor. Gelecek ve hususiyle de ebediyet âlemleri yokluk zindanları gibi gösteriliyor. Ruhun gözlerine kezzap dökülmüş.. vicdan mekanizmasına civa akıtılmış.. çevrede serpilip gelişen yeşilliklerin çehresine zift serpiştiriliyor.. ve her şey ama her şey, olduğundan başka gösterilmeye çalışılıyor.

Bugün pek çoğumuz itibarıyla küçük bir Cennet olan gönül dünyamızda, cismânî arzular gelip yuva yapmış; sırrın kontak noktaları, nefsanî arzuların ağına takılmış; çoklarının o simsiyah alınları gibi bahtları da kapkara.. bunlar, diriler gibi görünseler de ölü sayılırlar. Aslına bakılırsa, şu anda çektiklerimizin arkasındaki sâiklerin hepsi çizgi çizgi bu fotoğrafta mevcut.

Biz çok erken bir dönemde aldatıldık, şu anda da bir aldanmalar fasit dairesi (kısır döngüsü) içinde bulunuyoruz. Önce şu hayat bize şeker-şerbet gibi gösterildi; sonra da, zehirle kirletilerek kâse kâse ruhlarımıza içirildi. Bugünkü karın ağrılarımız dünkü tükettiğimiz kâselerden, yarınki sancılarımız da –Allah'tan fevkalâde bir sıyanet olmazsa– bugün yudumladığımız o semm-i katilden olacaktır.

Tedaviye muhtaç aliller, ruhun perişaniyetiyle sarsık zeliller ve günahlarla Müslümanlığın ayıbı hâline gelmiş kirlileriz; ama, bizi arınma kurnalarına götürecek yollar perişan, köprüler de çoktan yıkılmış.. biz kansızlıkla kıvranıyoruz ama üzerimizde kan emen bir sürü sülük var; zafiyetle tir tir titreyip duruyoruz ama tepemize inip kalkan balyozlar da eksik olmuyor. Çok defa, hevâ, heves fırtınaları karşısında hazan yemiş yapraklar gibi savrulup duruyoruz.. rüzgârlar sert esiyor, barınaklar iğreti; hülyalarımız pamuk gibi yumuşak, realiteler ise tipi-boranla soluklanıyor.

Doğru-dürüst hiçbir şey olamamışız, her şey olmuşluğun hesaplarıyla oturup kalkıyoruz. Ortada mülk yok, saltanat yok, Süleymanlık rüyaları görüyoruz. Ne gönülden Ramazan olabildik, ne de oruç; ama her zaman sahur davulu gibi güm güm ötüp durduk. Boyumuzun kat kat üstünde bir gurur âbidesi gibiyiz. Amansız hâdiseler karşısında karton gibi bir hâlimiz var; gel gör ki, granit olduğumuz iddiasındayız.

Makam sevgisi, şöhret hissi, rahat etme düşüncesi, tenperverlik duygusu boyunlarımızda âdeta çelikten bir kement; her biri birer gayya olan bu duygulardan bir türlü kurtulamıyor ve mahiyet-i nefsü'l-emriyemize göre kendimiz olamıyoruz. Dünya ve ukbâ kazancı adına ne ciddî bir hesap ne de tutarlı bir plâna sahibiz. Kazançlar kuşağında sürekli kaybediyoruz; kaybederken de muhtemel daha kötü durumlarla teselli olmaya çalışıyoruz. Zamanı suçlama, şartlara lânetler yağdırma da ayrı bir avunma yolu. Suç ve günah bize ait, zamana sövmenin âlemi ne.! Zehri içen biziz, kimyacıya küfretmek de neden!?. Devran ne bize ne de başkasına bir kötülükte bulundu; biz kendi devranımızı yıkıp târumar ettik. Yanlış okuma, yanlış yorumlama ve yanlış anlama bizi kuralsız bir toplum hâline getirdi. Dağınık, derbeder ve kullanılmaya müsait bir hâlimiz var; gelen başımıza basıp geçiyor, giden başımıza basıp geçiyor. Biz, "mevcutla iktifa" deyip istirahate çekilmişiz. Şeytanları şehrâyinlerle sevindirecek, melekleri üzüntüye boğacak bir tuhaflık içindeyiz. Zahirî hâlimize bakılacak olursa, her yanımızda kıyamet ışıkları çakıp duruyor. Bu kıyamete "dur" diyecek, seher yolculuğuna azmetmiş olanların ağzında birer fermuar var. Topraklarımıza Hârût-Mârût büyüsü düşmüş gibi anlaşılmaz ihtilâçlar yaşıyoruz. İnsanlar birbirine yabancı; vifak ve ittifak nikâhı, Allah'ın buğz ettiği talâka emanet; nefsanî duygularımız yeni fırtınalar çıkarma cephesi oluşturma peşinde ve hepimiz şahsî düşüncelere ipotek gibiyiz.

Bütün bunlara rağmen, bizi bize bırakmaman en büyük dileğimiz. Kendimiz edip kendimiz bulsak da, rahmetin, istihkaklarımıza lütuf televvünlü haklar bahşedecek vüs'atte. Eğer göz kamaştıran güzelliklerle dönüp duran şu kâinatların etekleri mücevherlerle dolu ise, bu Sen'in rahmet ve servetinin sınırsızlığındandır. Eğer tabiatı gereği şu kuru zemin İrem Bağları gibi rengârenkse, o da Sen'in engin keremindendir. Gözlerimiz o geniş rahmetinin tüllenişinde, düşüncelerimiz her tarafa serpiştirdiğin kereminin tecellîlerinde.. ümitlerimizi bir kere daha şahlandırarak, teveccüh ve yakınlığını, uzaklıklarıyla görünmez-duyulmaz hale getiren biz kullarına yakın olduğunu duyur. Vicdan kültüründen mahrum şu derbeder gönüllerimizi mârifetinle doyur.

Bize, her şeyde Sen'i okuyan gözler, her nağmede Sen'i duyan kulaklar ihsan ederek düşünce ve beyanlarımızı varlığına tercüman kıl! Yakınlığını gönüllerimize öyle duyur ki, ömrümüzü hep "Sen, Sen" demenin zemzemesi içinde geçirelim.

Bizler, bir zamanlar yoktuk; var olma ihtiyaç ve neş'esinden de habersizdik. Sen bizi cebr-i lütfîler tezgâhından geçirerek, talep üstü, vücud, hayat, şuur, idrak, irade ve gönül gibi latîfelerle şereflendirip, rahmet yurdunun koridoru şu mihnet diyarına gönderdin. Verdiğin şeyleri istememiştik, isteyemezdik, isteyecek bir mahiyette de değildik. Ancak şimdilerde, bu lütuflarını anlamaya çalışıyor ve Hâlıkımızın bîhemtâ bu atiyyeleri altında iki büklüm matiyyeler olarak, ihtiyaç ve ıztırar çığlıklarıyla inliyor ve bunca şeyden ciddî haberdar olamamanın hacâletiyle iki büklüm oluyoruz.

Hâlimiz Sana ayân; dün ayrı bir isyan, bugün ayrı bir isyan; ne iradelerimizde fer kaldı ne de dizlerimizde derman; her şeye rağmen kararttığımız kaderimiz Sen'in elinde; liyakatimize göre değil, istihkakımıza bakarak ne olur, sun ihsan üstüne ihsan, ey dertlerimize derman!

Üst üste musibetler kümelenmiş tepemizde.. yürüdüğümüz yollar zikzaklı ve yokuş.. bizler günah yolunun yorgunları, hiç de iç açıcı olmayan günlerin elinden zakkumlar yudumladık.. içimiz dışımız yara bere, enerjimiz bitmek üzere; yük ağır, akıl şaşkın, ruh bitkin, ümit mumu sönmek üzere –onu Sen hiçbir zaman söndürme– yollarda dökülüp kalanlar gelip gelip sinelerimize oturuyor.. oturma niyetinde değiliz ama, uzun zaman ayakta durabilecek gibi de görünmüyoruz. Sen bize her zaman yaptığın gibi sürprizden kapılar arala ve ekstra ihsanlarınla bizi bir kere daha inayetinin gölgesinde serinlet ve ümit çerağlarımıza nezdinden sönmeyen bir ışık gönder.

Bizden evvel binlercesinin bu kabîl dileklerine icabet edip onlara lütfundan kapılar araladın ve başlarına sağanak sağanak ihsanlar yağdırdın.

En son başvurulacak merci Sen'sin, arz-ı hâlimiz de Sanadır. Huzuruna gelip iç çekişlerimize, içten olup olmadığını bilemediğim gözyaşlarımıza, bükülmüş kaddimize, renk atmış benzimize merhamet buyur ve bize iman ve mârifetteki neş'eyi son bir kez daha duyur.

Dua edenlere cevap veren Sen, ızdırapları dindirip ihtiyaçları gideren Sen, devrilenleri kaldırıp doğrultan Sen, çatlayıp kırılanları sarıp-sarmalayıp tedavi eden de Sen'sin! Sen'den ayrı kalışımız ruhumuza renk attırdı; nefsanîlik ve gaflet, ibadetlerimizin mânâ ve özünü alıp götürdü; samimiyetsizlik dualarımızın kolunu-kanadını kırdı. Sinelerimiz bomboş, düşüncelerimiz tutarsız, kalbî ve ruhî hastalıklarımız bizi yere sermek üzere. Ey Kimsesizler Kimsesi, bize Eyyub'un hayat ırmağından bir çağıltı gönder, Mesih diyarından da bir nefes.! Hayır hayır! Bizi Ruh-u Seyyidi'l-Enâm'ın nefehâtıyla yeniden dirilişe erdir.. yakınlığınla gözlerimizi aydınlat ve bizi uzaklığımızın zulmetlerinden kurtar.

Hepimiz, önümüze atacağın bir lokmaya muhtaç, boynumuzu bükmüş böyle bir teveccüh bekliyoruz. İşimiz sürekli tuğyan ve her hâlimiz isyan olsa da, gözlerimiz kamerin o sürpriz tulûu gibi ekstra bir doğuş intizarında. Hak dostları, Sana vâsıl olunca hayret yaşarlar; bizse Sen'i tam bilememenin hayretleriyle şaşkınlık içindeyiz. Var eden Sen'sin, yok eden de Sen; uzak tutan Sen'sin, yaklaştıran da Sen; Sen bizi biz etmeseydin biz bu duyduklarımızı duyamaz ve bize imanın neş'esini tattırmasaydın şu söylediklerimizi mırıldanamazdık. Verdiklerin, vereceklerinin referansı; diliyor ve dileniyoruz, bize yakınlığını duyur ve benliğimizde Sana karşı yaklaşma heyecanları uyar.

Talep ettiğimiz şeylerin biricik sahibi Sen'sin; her zaman acz u fakr ve ihtiyaçlarımızın ibresi de Sen'i gösteriyorsa başka hangi kapıya yönelebiliriz ki.!

Ey Rabb-i Rahîm! Biz güçsüz, hasımlarımız azgın; şeytan ve avenesi bir cephe oluşturmuş ki, Sen inayet etmezsen bunlarla baş etmemiz mümkün değil; her yanda düşmanlarımız gayzla köpürüyor; dostlarsa suskun ve temkin murâkabesinde. Sadece o kadar mı?. Hayır, bir sürü de dost kılığında düşman var ve hepsi de tam tekmil taarruz vaziyetinde. Hâdiseler acımasız cereyan ediyor; hicranla geçen zaman bir türlü bitmiyor.. mekan da, zamanın rengine bürünüyor. Bazen seherlerde esen yeller bile kasvetle esiyor; bazen de Sana niyaz içinde bir fecir aydınlığı ruhumuzu sarıyor. İnşirah duyup biraz seviniyoruz; biz sevinirken hasımlarımız da ha bire ha esiriyor; bu defa bize de olduğumuz yerde kalakalıp yutkunma düşüyor.

Bütün bunları Sana açıyor, içimizi Sana döküyor ve nazar-ı merhametine dehâlet etmek istiyoruz. Aslında, Sen varken başkalarından yardım istemek şirk ve şuna-buna el açmak da bir saygısızlıktır. Yaralarımızı saracak Sen, ızdıraplarımızı dindirecek de Sen'sin. Sen'sin kin ve nefretle atan kaskatı kalbleri yumuşatacak; Sen'sin nifak gel-gitleri içinde bocalayıp duranlara istikamet üfleyecek. Nazarî insanlıktan amelî insan olmaya yükselememiş bahtsızların tâli'lerine de bir ışık yak. Uzakta duranları daha da uzaklaştırarak tâzib etme; dudakları Sen'i tâzimle süslü kulların yakarışları arasında bizim dileklerimize de icabet buyur.”


(Sızıntı Degisinden alıntı..)

Neye dikkat etmeli şu hayatta!..

•Ufak şeyleri dert etmeyin!

• Erkenden kalkmaya alışın!

• Hayatı olduğu gibi kabul edin!

• Tenkit etme isteğinizi bastırın!

• Rastgele iyilikler yapmaya çalışın!

• Başkalarını suçlamayı artık bırakın!

• Her şeye hâkim olmaya çalışmayın!

• Kusursuz olamayacağınızı kabullenin!

• Sabrınızı geliştirme egzersizleri yapın!

• Her an bir şeyler öğrenmeye açık olun!

• Konuşmadan önce derin bir soluk alın!

• İnsanların gözlerine bakın ve gülümseyin!

• Bırakın, çoğu zaman başkaları haklı olsun!

• Aynı anda birkaç şey yapmaya kalkmayın!

• Beterin beteri vardır, her hâlinize şükredin!

• Olağan şeylerdeki olağan üstünlüğü arayın!

• Bugününüzü son gününüzmüş gibi yaşayın!

• Herkesin onayını alamayacağınızı unutmayın!

• Yaptığınız iyiliklerden bahsetmemeye çalışın!

• Bulunduğunuz durumda mutlu olmaya çalışın!

• Öfkeniz kabarmaya başlayınca 10′a kadar sayın!

• Sizden başka herkesin bilgili olduğunu düşünün!

• Başka fikirlerde biraz olsun doğruluk payı arayın!

• Her gün biraz vaktinizi, minnettarlık için harcayın!

• Gördüğünüz her şeyde Yaradanın izini unutmayın!

12 Şubat 2014 Çarşamba

ABDULKADİRİ GEYLANİ HAZRETLERİ VE YAŞLI KADIN;




"Bağdatta Dul bir kadın altı öksüz çocuğu ve bir de ihtiyar anası vardı. Kadın geçimi sağlamak üzere, hafta boyu el emeği verir, göz nuru döker iplik eğirir, pazara çıkar ve anası ile çocuklarının rızkını temin etmeye çalışırdı.
Vakti tamam olunca bu dul kadın vefat eder, çocukların bakımı ise ihtiyar kadına kalır. Kadın pazara her hafta çıkamıyor, ip eğiriyordu. Bir zaman baktı ki altı yüz dirhem kadar ip eğirmişti, pazara götürmeye karar verdi.
– Ya Rabbi! Bu öksüzlerin, yetimlerin rızkını ver, diyerek sabah erkenden pazarın yolunu tuttu. Yolda giderken Şeyh Abdülkadir Geylani Hazretlerinin evinin önünden geçiyordu. Onu görünce durakladı. Şeyh müritleriyle sabah namazından çıkmıştı, yaşlı kadını görünce duraklayarak:
- Hoş geldin bacı, nereye gidiyorsun?
- Bir miktar ipliğim var, pazara götürüp satacağım.
- Ver bakalım. Benden altı yüz dirhem ip isteniyor, bunu ver de ben satayım.
- Memnuniyetle, lütuf buyurmuş olursunuz, efendim dedi ve ipi verdi.
Abdülkadir Geylani Hazretleri eline aldığı ipi şaka yollu mescidin damına atınca hemen nereden geldiği belli olmayan büyük bir kuş gelip, ipi kapıp gider. Kadın bu ne biçim şaka diye kendi kendine söylenmeye başlayınca, müritler kadına itiraz etmemsi için işaret ettiler, kadında daha fazla bir şey demedi.
Hazreti Şeyh kadına dönerek.
- Hatun canını sıkma, ipliği satmaya gönderdim, parası gelsin ne kadar ettiyse alırsın.
- Pekala, diyerek gider, ertesi gün gelir.
- İplik satıldı mı?
Abdülkadir Geylani Hazretleri:
- İplik satıldı, fakat parası henüz gelmedi. Bir hafta kadar bir zaman içinde gelir.
Kadın bir hafta sonra gelir, para henüz gelmemiştir, kadına:
- Yarın gel, paranı al.
Kadın, pazara niye gitmedim, şimdi param elimde olurdu hayıflana hayıflana evine gitmek üzere iken, Müritler:
- Bir gün daha sabret bakalım mevla ne gösterecek, derken bu işin sade bir şaka olmadığının farkında idiler.
Ertesi gün oldu. Abdülkadir Geylani Hazretlerinin huzuruna o ana kadar görülmeyen bir heyet geldi. Bin altın takdim ettiler. Müritler heyete bu kadar paranın ne olduğunu, niçin Şeyhe takdim ettiklerini sordular. Gelenler tüccar olduklarını belirterek:
- Altınlar Hazreti Şeyhindir. Denizde yolculuk yaparken fırtına sebebiyle geminin yelkeni delindi, yol alamaz olduk, denizin ortasında kalacaktık. Kaptana bir çaresi yok mu diye sorduğumuzda:
- Altıyüz dirhem ip olsa geminin yelkenini onarır, yolumuza devam ederdik ama, şu anda nerede bulacağız, dedi.
Biz ellerimizi kaldırarak Allaha dua ettik ve duamızda:
- Ya Sultanul Arifin bize altıyüz dirhem kadar ip gönder, sana bin altın vereceğiz diye yalvardık. Bir de baktık ki, bir kuş gelip altıyüz dirhem ipliği geminin güvertesine bırakıp uçtu gitti. Şimdi o adağımızı yerine getirdik, dediler.
Tüccarlar ayrıldıktan bir müddet sonra, ihtiyar kadın gelip sordu.
- Para geldi mi efendim?
Şeyh bin altını kadına verirken:
- Benim satışım seninki kadar kârlı olmuş mu?
Kadın bir anda zengin olmuştu. Abdülkadir Geylani Hazretleri’ne teşekkür ederek huzurdan ayrıldı."

Her şey kahve tadında!..

"Bir grup kariyer yolunda ilerleyen yeni mezun, eski üniversitelerindeki profesörlerini ziyaret için bir araya gelirler. Sohbet, sonunda işin ve hayatın stresinden şikâyetleşmeye döner.

Misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesör mutfağa gider ve yanında büyük bir termos içinde kahve ve porselen, plastik, cam, kristal olmak üzere değişik tarzda ve ucuz görünenden, pahalı ve hatta çok özel olanlarına kadar değişik kahve bardakları ile gelir.

Herkes bir bardak seçince, profesör şöyle söyler :

‘Fark ettiyseniz, tüm pahalı görünen bardaklar alındı ve geriye ucuz görünümlü, sade bardaklar kaldı.

Kendiniz için en iyi olanı istemeniz normal olsa da, bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynağı aslında.

Emin olun ki, bardağın kendisi kahvenin kalitesine hiç bir şey katmaz. Çoğu zaman, sadece daha pahalıdır ve hatta bazı durumlarda da içtiğimizi saklar. !

Hepinizin aslında istediği kahveydi, bardak değil, ama bilinçli olarak en iyi bardaklara yöneldiniz ve sonra birbirinizin bardağına bakmaya başladınız.
Hayat kahveye benzer, is, para ve toplumdaki konumunuz da bardaklar. Onlar hayati tutmak için sadece araçlardır ve seçtiğimiz bardak yasadığımız hayatin kalitesini belirlemediği gibi değiştirmez de.

Bazen sadece bardağa odaklanarak kahvenin tadını çıkarmayı unuturuz.

Kahvenizin tadına varın!
En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip değildirler. Sadece her şeyin en iyi şekilde tadını çıkartırlar."

9 Şubat 2014 Pazar

Sürekli Masabaşında oturmak zararlıdır. Kendinize 20 dakika ayırınız.... ...


"Uzun süre masa başında çalışma, ağır nesneleri taşıma ya da sadece duruş bozukluğu sebebiyle bir çok insan sırt ve bel ağrısından şikayet ediyor. Gün sonunda, sessiz, sakin bir ortamda, aşağıdaki resimde gösterilen pozisyonda 20 dakika yatarak sırtınızın ve belinizin dinlenmesini ve ağrılarınızın hafiflemesini sağlayabilirsiniz.
Dikkat edilecek noktalar;
* Yerde yatarken üşümemek için altınıza, yerin sertliğini hissetmenize engel olmayacak kalınlıkta ve soğuğu geçirmeyecek bir örtü serin (bir kaç kat yapılmış polar battaniye gibi). Omurganızın tam düz uzanması için başınızın altına bir kitap koyabilirsiniz.
*Yattığınız ortamın havasının temiz olmasına özen gösterin. Sakin bir müzik dinlemek ya da sessizlikte uzanmak gevşemeyi ve dinlenmeyi kolaylaştırır. Gözlerinizi yormayacak hafif bir ışıkta veya tamamen karanlıkta yatmak da öyle..
*Yatarken kollar gövdenin yanında düz uzanıyor ve avuç içleri açık olarak yukarı bakıyor. Bacaklarınızın sandalyeye 90 derecelik açıyla yerleştiğinden emin olun.
*Yatılan süre boyunca nefes burundan diyaframa (göbek bölgesine) olabildiğince yavaş ve derin alınıp veriliyor. Ancak bunu kendinizi zorlayarak değil, yapabildiğiniz kadar, doğal bir akışla yapın. Nefes alışınızda karnınızın yanlarının genişlediğini hissedin. Her nefes verişinizde ise nefesi sonuna kadar verin ve omurganın, özellikle bel bölgesinin giderek yere indiğini hissetmeye çalışın.
*Nefes alış verişler boyunca, dikkatinizi vücudunuza yönlendirerek kasılı kalmış yerlerinizi farketmeye çalışın ve farkettikçe içinizden "serbest bırakıyorum" diyerek o bölgeyi rahat bırakın. Vücudunuzu dikkatinizle tarayın ve her bölgenin ağırlığını tamamen yere bırakın, vücudunuzun ağırlaşıp yere yapıştığını hissedin.
*Süre sonunda kalkarken, önce bacaklarınızı aşağı indirin ve mutlaka sağ ya da sol yanınıza dönerek, elinizle yerden destek alarak doğrulun.
*Çalışmanın tedavi edici niteliğini artırmak için tekrar kalktığınızda ağır kaldırmayacağınız, sırtınızı zorlamayacağınız bir zaman diliminde, örneğin yatma saatinize yakın yapın. Ancak gün içinde sırtınız ağrıyorsa da bu pozisyonu uygulayarak rahatlayabilirsiniz.
*Bu süre boyunca zihninizin de dinlenmesi için, düşüncelere dalmak yerine dikkatinizin nefesinizde ve vücudunuzda kalmasına çalışın."

2 Şubat 2014 Pazar

DEĞİŞİME GİDEN YOLUNUZ!..



"Psikologlar, insanların yeniliklere ve değişimlere her zaman açık, hatta bunlara hasret olduklarını keşfettiler. Ancak buna rağmen hemen hepimiz bildiğimiz güvenli limanlarda kalmakta ısrarcıyız. Bizler her zaman bildiğimiz, tanıdık dünyamızda daha güvenli ve mutlu olacağımıza inanıyoruz. Oysa gerçeğin ötesinde hiç bir şey yoktur.

Kişisel büyümemizden ve gelişimimizden kaçındığımız zamanlar aslında biz insanların hayatlarındaki en tehlikeli zamanlardır. Evet, bu risk almayı gerektiren ürkütücü bilgi sizi bildiğinizden daha zor bir yola iter. Değişime alışmak zordur. Ama fırsatlar bir yerlerde hala var ve sizi bekliyorlar...Değişimin olduğu yerlerde..Orası bizim en mükemmel kişiliklerimizi ortaya koyacağımız yerdir.

Lider olabilmenin en önemli görevi ( ki biliyoruz liderlik geçici bir durum değil bir yaşam tarzı) değişimin bir parçası olabilmektir. Değişim zamanı geldiğinde en büyük liderler en iyi öğrenenler olacaktır. Liderlerin her zaman zihinleri açıktır, yeni fikirler üretebilirler, keşfedilmemiş yollar bulabilirler, her şeyi sorgularlar ve her an yeni fırsatlar yakalayabilirler.
Yani liderler gibi sizinde karşınıza fırsatlar çıktığı zaman, kaçma zamanı değil öğrenme zamanı olmalıdır.

İşte size değişim yolunuzu öğrenebileceğiniz bir kaç öneri:

1.Dur durak bilmeden okuyun: Kütüphanem çocuklarıma bırakacağım en büyük mirasımdır. Her bir kitap, hayatını istediğin bir üst seviyeye çıkarabileceğin, gelişebileceğin sırlarla doludur. Birileri bir yerlerde bir şeyler yapmış veya yapıyor. Onları öğrenin. Bir şeyler katın kendinize.

2.Günlük tutun: Duygularınızı anlamanın en iyi yolu onları bir yerlere yansıtmaktır. Ve bunun, sakin huzur dolu bir yerde oturup elinize kahvenizi ve birkaç parça kağıdı alıp yazmaktan daha iyi bir yolu yoktur.

3.Konuşun: Hiçbir şey beni harika bir konuşmadan daha çok etkileyemez. Fırsat buldukça sizi büyüleyen, konuşmasıyla sizi hipnotize edecek kişilerle konuşun. Ama zaman zamanda sizi rahatsız edecek kişilerle konuşmayı unutmayın. Çünkü aynı fikirde olmayacağınız insanlardan da bir çok şey öğrenebileceğinize inanmalısınız. Dünyada hiç bir şey size, bir başkasının bakış açısından bakmanızdan daha çok şey öğretemez.

4.Maceraya atılın: Yeni bir yemek deneyin, arkadaşlarınızla doğa gezilerine çıkın, yeni mekanlar keşfedin. Bunlar sizi daha yaratıcı yapacaktır. Maceralar size dünyada her zaman keşfedilmeyi bekleyen yeni yollar olduğunu gösterecektir. Hatta bu maceralar belki de hayatınızdaki büyük değişiminin birer küçük parçası olacaktır.

5.Dinleyin: Müzik çalarınızı sevin. Müzik çalarınız size dünyadaki en harika sesleri, seslerin dansını ve evrenin sırlarını fısıldayacaktır.

Kim hızlı öğrenirse o kazanır..Hiç bir şey yeni şeyler öğrenmekten, daha iyi bir gelişim aracı olmayacaktır.
Dünya standartlarında bir birey olmak için siz neler yapabilirsiniz?"