28 Haziran 2015 Pazar

Sırların Sırrı Rezonans mı?

Sırların Sırrı Rezonans mı?
Her şey bir enerji. Düşünce bir enerji. Madde bir enerji. Enerji hem titrer hem salınır. Evren titreşen salınan enerji bütünü. Ve her şeyin bir titreşme sayısı var. Örneğin insanlar 62-64 Hertz titrerler. Hertz, saniyedeki titreme sayısı demektir. Organların da titreme sayıları bellidir. Ve işin ilginç yanı bir karaciğerin, böbreğin kalbin ne kadar titrediği biliniyor. Cihaza giriyorsunuz, bütün vücudunuzu tarıyor ve titreme sayılarının farklılığından, azalmasından sorun olduğu tespit edilebiliyor. İşte şifacıların da yaptığı bu. Elektriksel akımın geçmediği yerlerde sorun olduğu bazı hassas insanlar tarafından tespit edilebiliyor. Ve oraya şifa verme yöntemleriyle, yani elektrik geçmeyen titremesi farklılık gösteren organ ile rezonansa giriliyor. Ve şifacı belli düşünce ve niyet ile oradaki titreşimin eski haline dönmesini sağlayıcı şifa yöntemini uyguluyor. Şifa da aslında, niyet ile niyeti kabul eden arasındaki rezonanstır. Kabul ettiğiniz anda karşınızdaki insanın düşünce niyeti ile rezonansa girmiş oluyorsunuz ve iyi niyet titreşimleri alıyorsunuz. Zihniniz kabul ettiği anda olumlu etki yaratıyor ve benzer benzeri çeker kanunu işleme başlıyor. Ve rahatsız organ zamanla iyileşme durumunu gerçekleştiriyor
Elbette burada çok önemli bir durum var. Hasta organın titreşim ve rezonans sayesinde şifalanması durumu ne kadar gerçekleşse de, kişinin bunu kabullenmesinin uzun sürmesi gerekiyor. Çünkü yeniden rahatsızlanmak mümkün. Hastalıkların tekrarlanması, zayıflayan kişilerin tekrar eski kilolarına dönmesi, sigarayı bırakanların bir gün tekrar başlaması gibi olaylar gerçekleşmesi bundan dolayıdır. Düşünce yapısı değişmediği sürece, düşüncelerimizin olumlu düşüncelerle rezonans halinde olmadığı sürece bu devam etme olanağı taşır.
Rezonans yani titreşim sadece, organlarda, maddesel alemde işlemiyor. Hani eskilerin deyimi vardır etme bulma dünyası diye. Bir olay gerçekleştiğinde, o olayla ilgili olan kişilerin etkileri, evrende bir enerji alanı yaratıyor. Ve o enerji alanı asla kaybolmuyor. Çünkü var olan yok olmuyor, yok olan var olmuyor. Sadece dönüşüyor. Bunu artık herkes biliyor. Kaybolma yok sadece dönüşme var. İşte o enerji alanı kaybolmuyor ve titreşime devam ediyor. O olayın derinliği, insanların o enerji alanını düşünceleriyle beslemeleri ne kadar yoğun ise, olaya sebep olan kişilere etki etmesi de muhtemelen kaçınılmaz oluyor. Çünkü sebep sonuç yasası işliyor. Benzer benzeri çeker kanunu işliyor. Enerji bütünü, olaya sebep olanlara etki etmeye başlıyor. Ve işte o zaman diyoruz ki, etme bulma dünyası hali gerçekleşebiliyor. Yapan kişiye olmasa da, onun soyunu devam ettiren kişilere de etkileri dokunuyor.
Anadolu’nun pek çok yöresinde, evlerin duvarlarına mavi boncuk, nazarlık gibi cisimler asma adeti nereden geliyor? Acaba gerçekten bilinçli yapılmış bir adet midir? Çünkü eşyaların negatifi çekme (kem göz ya da olumsuz bakış) ve sonra da evde başka bir eşya ile rezonansa girerek bu enerjiyi yayma özellikleri artık biliniyor. Evinize gelen kişilerin sizin hakkınızdaki düşünceleri eşyalarınıza sinebiliyor. Ya da sizin o an ürettiğiniz olumsuz bir düşünce, biriyle tartışırken sarf ettiğiniz olumsuz cümleler düşünce formları, eşyalara sinebiliyor. Ve bu form dalgaları titreşerek mekanın enerjisi ile rezonansa girerek yayın yapabiliyorlar. Bu yüzden evlere, nazar boncukları, bereket duaları asılır, adaçayı otu ile tütsülenir ve olumsuz enerjilerden korunduğuna niyet edilir. Çünkü bu işlem yapılırken iyi niyet ile asılan dua ya da nazar boncuğu, orada olumlu bir enerji yayar. Siz bilmeden olumlu enerjiyi yüklediğiniz eşyayı kapı girişine ya da evin en görünür yerine koyarsınız. Tüm olumsuz enerjileri absorbe edecen, mekanla rezonansa giren olumlu titreşim yayılmaya başlar.
Aslında rezonans bir çok sırlı olaylara ışık tutuyor. Etme bulma dünyası, ah alma, lanetli yerler, lanetli eşyalar, maji, büyü, kem göz, nazar değmesi vs. gibi olaylara bilimsel olarak ışık tutabiliyor. Çünkü rezonansa girdiğiniz herşeyle etkileşim halindesiniz. Bu yüzden düşünce temizliğinden bahsedilir. Düşüncen ve niyetin neyse sen de O’sundur. Çünkü düşünce titreşir, ve titreşen tüm enerji bütünleri ile iç içesin. Rezonansa girdiğin vakit etkilenmen söz konusu olur.
Bilimsel çalışmalar ilerledikçe, aslında maddeciliğe dayalı bilimin, ruhsallık ile nasıl bütünleştiğini görmek gerçekten çok güzel. Ve bilimin, kuantum alanındaki çalışmalar sayesinde, ruhsallığı ve bütünselliği, fiziki evrenin dışında, görünmeyen evrenin varlığına güngeçtikçe yaklaşması kaçınılmaz oluyor. Ve birçok bilinmeyenin, açıklanamayanın temeline açıklayıcı ışık tutuyor.
Her zaman rezonans halinde kalmak kolay değil hatta imkansızdır. Aynı tınıyı, aynı ritmi, aynı titreşimi, aynı rezonansta olma halini sürekli kılamayız. Herkesin bir hayatı ve yaşantısı vardır ve bunu devam ettirmek zorundadır. Önemli olan, bu bilgilerin, bizim anlayışımıza katkıları ve bilinmeyenlere, soru işaretlerine biraz ışık tutması, az da olsa açıklama getirebilmesidir.
İndigo dergisi


27 Haziran 2015 Cumartesi

Zihin Okuma Programı Düşünceleri Yazıya Döküyor..

Zihin Okuma Programı Düşünceleri Yazıya Döküyor

zihinTeknoloji ile kişinin düşüncelerini bir videoda seyredebilir ve hattâ araba kullanırken, hareketlerinizi tahmin edebilirsiniz. Şimdi, beyinden-yazıya aktarım sistemi, beyindeki aktiviteyi yazıya dökebiliyor. Frontiers in Neuroscience’da yer alan yakın zamanda yapılan bir çalışmada, 7 hastanın kafalarına elektrodlar  yerleştirilir ve hastalar  Gettysburg Address, JFK’nın açılış konuşması ve Humpty Dumpty’den pasajları yüksek sesle okurlarken, nöral data toplanır.
Her bir hasta konuşurken, bir bilgisyar algoritması da “foh”, “net” ve “ik”gibi konuşma seslerini beyin hücrelerindeki farklı ateşleme kalıpları ile ilişkilendirmeyi öğrenir.
Sonuçta, bilgisayar algoritması beyin hücrelerini okumayı oldukça iyi öğrenir. Öyle ki; hastaların hangi sesi çıkaracaklarını %75 lik doğruluk payı ile tahmin edebilir. Program, bu sesleri %100 doğruluk payına gerek kalmadan fonetik olarak sesleri biraraya getirip, algılayabilmektedir. Bu çalışmanın baş yazarlarından Peter Brunner: “Çünkü konuşmamız sadece belirli şekilleri içerir, sistemin algoritması bu hataları düzeltebilir, tıpkı otomatik düzeltme gibi. Siri(Apple‘ın iOS işletim sistemi için tasarlanmış bir kişisel akıllı asistan ve navigasyon programı) %50 ya da 70’den daha fazla doğru olamaz. Çünkü, seçtiklerinizin potansiyel opsiyonlarının ne olduğu ya da söylediğiniz tipik cümleleri biliyor. O sadece doğru seçeneği elde etmek için aslında bu bilgiyi değerlendirip, kullanıyor.”
Brunner: “Beyinden datayı doğrudan kaydetmek çok önemli.Çünkü, kafaderisinden nöral aktiviyi elde etmek, beyinde ne olduğuna dair sadece “bulanık bir uyarlama-versiyon” verir. Bu son metodu, bezbol stadyumunu üzerinde 1000 feet yukardan insanların yüzlerinin neye benzediğini ayırt etmeyip de tezahüratlarını belli belirsiz ayırt etmeye benzetir.
Bu çalışmada, epilepsi tedavisi prosedürüne dahil olmuş hastaların beyinlerinin neresindeki nöronların yanlış ateşlediğinin haritasını çıkarmak için kafataslarına elektrod ağı yerleştirilir.  Uyarlanabilir Nöroteknolojileri Ulusal Merkezi ve Albany’deki New York Üniversitesi’nden araştırma ekibi bu sefer kendi araştırmaları yürütmek için bu hastaları kullanırlar. Ancak, çalışma, her bir epilepsi hastasını kendine özel tedavisi ile sınırlıdır. Örneğin; elektrodların beyinlerinde nereye yerleştirildiği gibi.
Brunner: “Her bir kişinin beyni kendine özgün olmasından ve nöral aktiviteleri de doğrudan o beyinden alınmasından dolayı ortalama bir tüketici için genel bir beyinden-yazaya dökme aleti yaratmak zor olabilmektedir.” Ancak bu teknoloji, nörolojik rahasızlıkları olanlar — örneğin; hareket etme ve konuşma becersini kaybeden ALS hastaları gibi— için çok fazla potansiyele sahip. Kelimeleri bir ekrandan alıp, bir  bilgisayarın konuşması şeklinde Stephen Hawking’in kullandığı harici bir alet yerine, bu çalışma, bilgisayarın basit anlamda sizin zihninizdekini aktarıp, konuşmasını sağlanmakta.
Brunner: “Bu sadece bir başlangıç, bununla ilgili beklentilerin gerçekten de sonu yok.”

25 Haziran 2015 Perşembe

Sinapslar da Hafıza Süresi Kadar Kalıcıdır...

Sinapslar da Hafıza Süresi Kadar Kalıcıdır

Bir Teori Onayladı: Sinapslar da Hafıza Süresi kadar Dayanmakta!
Bio-X bilim insanlarından bir ekip, mikroskopi uygularak, nörobilimde uzun zamandır mevcut olan bir teori üzerine çalışma yaptılar: “Beyin bağlantılarını sağlayan sinapslar hafızayı depoluyorsa, o zaman sinapslar da, hafıza kadar kalıcıdırlar.” Bunun böyle olduğu da yapılan çalışma gösterebilmiştir.
 Nöronlar arasındaki sinaps diye adlandırılan beyindeki bağlantılar koptuğunda, ona bağlı hafızanın-anıların da uçup gittiği düşünülmektedir.
Bu fikir iyi gibi gözükse de bunu test etmek zordur. Şimdi Stanford’dan bir ekip, Bu zorluğa meydan okumaya cevap veren bir çalışma içindeler. Ekip, episodik hafızayı depolayan “hipokampus” adlı beynin bir bölgesini çalışırlar. Bu episodik hafıza; kullanılmadığı takdirde zaman içinde unutulabilecek olayların ya da konuşmaların hafızasıdır. Bu bölgedeki sinapsları çalışmak gerçek anlamda bir meydan okumadır, çünkü hipokampus öylesine derin ve bağlantıları öylesine yoğundur ki, hiç bir mikrokop kolayca bu sinapsların dayanıklılığını, yaşam süresini takip edemez.
Şimdi, uygulamalı fizik ve biyoloji dalı yardımcı profesör Mark Schnitzer, laboratuvarında mikroskopi araçlarını geliştirerek, ilk defa hipokampal nöronlar arasındaki sinapslar diye adlandırılan bağlantıları takip edebilmiş ve nörobilimcilerin neler olabileceğini düşündüğü şeyleri bu çalışması ile onaylamıştır.
 Ekibi ile farelerle yaptığı bu çalışmada, Mark Schnitzer, farelerde yaklaşık 30 gün süren nöronlar arasındaki bağlantıyı çalışırlar. Bu 30 gün, yaklaşık olarak, farenin hipokampusündeki episodik hafızanın kalış süresi olduğuna inanılmaktadır.
Bu çalışma 22 Haziran 2015 tarihli Nature dergisinde yayınlanmıştır.
Schnitzer: “Nörobilim çevrelerince uzun süredir mevcut olan bir teorinin olması onu doğru yapmaz ancak bu sefer bu teorinin doğruluğu bizim yaptığımız çalışma ile kanıtlanmıştır.” Schnitzer’ın kullandığı teknik, hafıza araştırmalarında yeni alanlarla kapı açabilir. Bu konuda kendisi şunları söylüyor: “Bu çalışmamız, yeni bir dizi çalışmalara kapı açmıştır. Örneğin; stres anında ya da hastalık modellerindeki hafızanın depolanmasında.”
Fareler, mekansal navigasyon gerektiren yeni bir olay deneyimlediğinde ya da yeni bir iş öğrendiğinde, hafıza bunu beynin merkezindeki hipokampus adlı bir yapıda 1 ay boyunca (bu insanlarda biraz daha fazla) depoluyor. Farelerde 1 ay içinde yeni hafıza (yeni bir kafesle ya da bir eşle tanışmak ya da bir labirenti dolaşmak gibi) oluşurken, hipokampusu bozan bir ameliyat yapılırsa, hafızadaki o bilgi gidiyor.
Eğer hipokampustaki bozulma bir aydan daha fazla bir zaman sonra olursa, o zaman fare halâ yeni bir arkadaşla tanışma ya da yiyeceğin bulunduğu yer hakkındaki yeni bilgiyi hafızasında halâ tutuyor oluyor. Bunun sebebi; bu hafızanın yerini değiştirmesi ve beynin farklı bir bölgesi olan neokorteksegeçmesi ve artık hipokampustaki  bozulmaya karşı bir duyarlılığın kalmaması.
snaps
Stanford Bio-X ve Stanford Nörobilimler Enstitüsü üyesi olan Schnitzer: “ Bizim düşüncemiz; hafızanın zamanla beyinde dolaşması. Neokorteks uzun–süreli bir bellek deposu, önemli derecedeki kanıtlar da hafızanın hipokampusta sadece yaklaşık bir ay kaldığını göstermekte.”
 Geçmişte, New York’daki Cold Spring Harbor Laboratuvarı’nda ve başka yerlerdeki bilim insanları, beynin yüzeyine en yakın neokorteksteki nöronlar arasındaki bağlantıları takip etmişler ve beyni çok az bozarak, onları gözle görülür hale getirmişlerdi. Onlar, bunlar arasındaki bağlantıları izlememiş ancak uçlarında bağlantı yapan spinelar (dikenler-sert ışın) diye adlandırılan soğan şeklinde bablı bağlantıları izlemişlerdi. Spineların gelip gittiğini izlemek nöronlar arasındaki eksitatör-uyarıcı bağlantılarının oluşup bozulduğunu gördükten sonra bu, bilim insanlarına geçici bir süre hizmet etti ve o bilim insanları neokorteksin yaklaşık yarısının spineları kalıcı olduğunu ve gerisinin yaklaşık her 5 ile 15 günde bir bilgiyi devrettiğini ve böylelikle düşüşe geçtiğini tespit etmişledi.
Schnitzer: “Bu konudaki bizim açıklamamız şu: Neokorteksteki yaklaşık spineların yarısı hafıza için uzun-süreli bir bellek deposuyken, geri kalanlar yeni hafıza ya da unutma için işlenebilir olarak kalıyor.”
Neokortekste olan şey hakkındaki düşünce aynı şekildeki hipokampus için de doğru ise, o zaman, hipokampustaki spinelar, tuttukları hafızayı ile yaklaşık her 30 günde devrediyor ve düşüşe geçiyor olmalıydı. Ancak, hipokampus beyinde derinde gömülü olduğu için ve o bölgedeki spineların çok yoğun olmasından–öyle ki; çoklu spine’nın sanki bir spine’mış gibi bir arada gözükmesi– dolayı bu fikri doğrulmak, bilim insanları için sıkı bir meydan okumadıydı.
Schnitzer: “Ekibimizin hipokampustaki spineları takip edebileceği 3 parça vardı. Birincisi, 2011 yılında açıklanan bir teknikti. Bu teknikle bilim insanları uzun süreli devrelerde yaşayan bir farenin tek bir nöronunu sabit bir şekilde görüntülemeyi başarmışlardı.İkincisi, mikroendoskop diye adlandırılanoptik iğnenin, beynin derinliklerindeki yapıların yüksek çözünürlüklü görüntüleri idi. Zaman içinde hipokampustaki nöronların sabit ve yüksek çözünürlüklü görüntüleri elde edilse bile, ekip halâ, spineların ne zaman düşüp ne zaman yükseldiğini ayrıştırma konusunda meydan okuma ile karşı karşıya kaldılar ve tek bir spine ile pek çok bileşik şişkinlik arasındaki farkı söyleyemezlerse, bu meydan okumayı kaybedeceklerdi.
Schnitzer: “Hipokampustaki spineları çözmeyi becerebilmemizin ucunda bizim teknolojik kapasitemiz duruyor.”
Ekip, optik çözünürlüklerin sınırlanmalarını hesaba katan ve spineların görülüp kaybolmasını tespit eden imaj datasetlerinin nasıl etkilediğini gösteren matematiksel bir model kullanarak bu problemin üstesinden gelir.
Schnitzer ve ekibinin bu analizde buldukları şey; episodik hafızayı depolayan hipokampus bölgesindeki bulunan spineların her 3 haftadan 6 haftaya kadar (bu yaklaşık farenin episodik hafızasının devam süresi)  düşüşe geçmesi,devrolunması.
Schnitzer, bu çalışmalarının beyinde hafızanın nasıl depolandığına dair uzun zamandır sahip olunan fikri onayladığını, artık aynı tekniği kullanarak, bilim insanlarının, hafızanın nasıl oluştuğu ve hatırlandığı ve sonunda da nöronlar arasındaki tek tek bağlantı seviyesinde nasıl kaybolduğuna dair yeni ek bakış açıları ortaya koyabileceklerini dile getirir.

24 Haziran 2015 Çarşamba

Abdest ve Guslün (Boy Abdesti) Faydaları!..

Abdest ve Guslün (Boy Abdesti) Faydaları

 Dağıstan İnsan Genel Sağlığı ve Ekoloji Bölümü’nden Dr. Magomed Magomedov, abdestin bedenin biyolojik ritmi ve özellikle de Biyolojikal Aktif Noktaları(BAS’lar) konusunda açıklamalarda bulunur. İnsanın iç organlarının gelişmiş biyo-elektriksel bir bütünlükte olduğunu, ve bu iç organlarınhepsinin de, belirli organlardan sorumlu “kontrol ya da “şarj paneli” gibi işlev gören özel noktalara ev sahipliği yapan cilt ile ayrılmaz çok-kanallı iki yönlü bağlantılara sahip olduğunu dile getirir. Bu noktalara biyolojikal aktif noktalar (BAS’lar) denir.
Bu en güçlü Bas’ların çoğunluğu abdest esnasında uyarılmaktadır. Dr. Magomedov’a göre Çin tıbbının açıklamasına göre vücudda 700’den fazla  BAS mevcut ve 66 tanesi hızlı refleks terapi  etkilerine sahip. Bu 66  BAS noktasının 61 tanesi, abdest alınan vücud bölgelerinde bulunurken diğer 5 tanesi de ayak bileği ve diz arasında yer almaktadır.
Yapılan Çalışmalar Neticesindeki Tespitlere Göre ABDESTİN Vücudun Bazı Bölgelerindeki Yararları:
 YÜZ: abdest1
Abdest alırken yıkanan yüzle, bağırsak, mide, idrar torbası gibi organları yeniden şarj ediliyor, sinir ve üreme sistemi üzerinde olumlu etki yaratıyor ve bağırsak, mide, pankreas, tiroid bezi, solar pleksus, safra kesesi, kemik sistemi, lumbar alanı etkileyen BAS’lar ve sağ bacak tarafı üzerindeki BAS’lara  olumlu şekilde uyarıyor.
AYAKLAR:
Sol ayak yıkandığında, epifiz bezinin uyarılmasından sorumlu BAS’lar çalışıyor ve bu da endokrin bezlerinin düzgün çalışmasını sağlıyor ve büyümeyi kontrol ediyor.
KULAKLAR:
Kulaklarda neredeyse tüm organların işlerini uyumlu şekilde yapmasını sağlayan yüzlerce BAS’lar mevcut. Abdestle,yüksek tansiyonu düşüyor, dişlerde ve boğaz ağrısından rahatlama oluyor. Kulakta enfeksiyona ve iç kulağı ve dengeyi etkileyebilecek cerumen salgısı-wax (mum) birikimini engelliyor.
Ayrıca deri enfeksiyonlarını,ayak mantarını,iltibap birikimini engelliyor. Özellikle beyne ve böbreklere daha fazla kan akışı sağlıyor. Diş dökülmesinden, göz enfeksiyonundan, sinüs, alerjik rinit, pelvik ve diğer bakteriyal enfeksiyonlardan koruyor.
GUSÜL ABDESTİ’NİN FAYDALARI: abdest2
Sempatik ve parasempatik sinirler bedenin iki sinir ağını oluşturur ve bedendeki tüm aktiviteleri düzenler. Cinsel ilişkiden sonra bu iki sinir ağı arasındaki denge bozulur ve
parasempatik sinirler, sempatik sinirlerin düzgün çalışmasını olumsuz etkiler. Gusül abdesti, sempatik sinirleri yeniden aktive ederek, bu iki sinirler arasında tekrar dengeyi sağlıyor.

22 Haziran 2015 Pazartesi

Beyin Ağlarının Genetik Temellerini Buldular!..

Bilim İnsanları Beyin Görüntüleme ile Beyin Ağlarının Genetik Temellerini Buldular!

brean1
 Stanford Tıp Fakültesi’nde yapılan yeni bir araştırmada; birbirlerinden ayrı beyin bölgeleri arasındaki senkronize olmuş fizyolojik etkileşimin genetik temellere sahip olduğu bulundu.
Bu araştırmanın baş yazarlarından Nöroloji ve Nöroloji Bilimleri yardımcı profesörü Michael Grecius, Stanford Üniversitesi’nde yapılan bu araştırmayı, Seattle merkezli Allen Beyin Bilimleri Enstitüsü ve çok merkezli Avrupa Projesi olan IMAGEN konsorsiyumun desteklendiğini bildirmekte.
Nörobilimciler tarafından ortaya çıkan ortak görüş; bilişsel operasyonların sadece beynin tek tek bölgelerinde  faaaliyet göstermediğini ayrıca birbirinden uzak pek çok beyin bölgelerinin (birbiri ile beyaz madde yoluyla otomatik olarak ya da dolaylı olarak ara düğümler yoluyla bağlanan) fonksiyonel bir bağlantıyı paylaştıkları. Bu bölgelerdeki aktivitenin de sıkı bir şekilde birleşik olduğu anlamına da gelmektedir.
Herhangi bir fonksiyonel aktivite, en fazla, normal olarak bu ağla ilişkili bir işi ortaya koyduğu süre boyunca aktiftir. Otobiyografik hafızada olduğu gibi. (“Dün akşam yemekte ne yedim?”)
Ancak, bileşimde yer alan bölgelerin aynı zamanlı aktivitesi, ağlar çalışmazken de çalışmaya devam eder. Stanford Üniversitesi Hafıza Bozuklukları Merkezi müdürü Greicius: “Bir düzineden fazla fonksiyonel ağlar, dinleme-evresi fonskiyonel manyetik rezonans görüntüleme (rsfMRI ya da R-fMRIile tanımlanmıştır.”
Dinlenme-evresi sürsesince rsfMRI taramalarında, kişilerden, bir süreliğine uzanıp rahatlamaları istenir. Bu taramaların sonuçları; kişilerin beyinlerinin fonksiyonel ağlarının, kendi ayırd edilebilir frekansları ve fazlarında tıpkı radyoda, aynı anda yayın yapan ama sessizce bu yayını yapan radyo istasyonları gibi çalışmaya-konuşmaya devam ettiğini göstermektedir. Ancak, beyin boyunca beynin farklı bölgelerindeki lokal kan akışlarını ölçen dinlenme-evresinden beyin görüntüleri elde edilse de edilmese de, aslında yansıyan bu nöral aktivite tartışmaya açıktır.
Greicius: “dinlenme-evresi ağ aktivitesinin doğruluğu konusunda bazı şüpheler mevcuttu. Biz daha derine inip, bu görüntülerin sonuçlarının moleküler temellerini görmek istedik ki bu da; beyinin bu muhteşem foksiyonel ağ bağlantı yapısını dinlenirken bile sürdürdüğünü göstermektedir.”
İlk olarak, Greicius ve meslektaşları, 15 sağlıklı yetişkin gönüllüden sadece uzanıp, rahatlamalarını isterler ve 8 dakika kadar onların dinlenme-evresindeki beyin görüntülerinden sayısal datalar elde ederler. Bu onların çok iyi çizilmiş, pek çok fonksiyonel ağların yerine belirlemelerini sağlar.
Daha sonra araştırmacılar, fonksiyonel ağlara denk gelen bölgelerdeki bu fonksiyonel bağlantıyı destekleyen ya da en azından içeren gen-ifade profillerinin (her bir insan genomunun yaklaşık olarak 20.000 bilinen geninin aktivite seviyesinin ölçülmesi) araştırırlar.
Yaşayan insandaki beyin dokularının gen-profil ifadelerini elde etmek için noninvasif-müdahelesiz bir yol yoktur. Ancak, şimdi İsviçre, Cenevre’de bulunan Cenevre Üniversitesi’ndeki Greicius’un laboratuvarında çalışan doktora derecesine sahip araştırmacı Jonas Richiardi, titizlikle arşivlenen dataya sahip olan Allen Enstitüsü’nde ölüm sonrası insan beyin örnekleri koleksiyonunu, dikkatli bir şekilde eklenen notlarıyla kullanır. Enstitü’deki bilim insanları, beyinin belirli lokasyonlardan çıkardıkları bir kaç yüz dokunun gen-ifade profillerini çıkarmışlardır. Richiardi, Nöroloji dalı öğretim üyesi olan Dr. Andre Altmann’la bu araştırma hakkındaki bilgileri beraber yazarak paylaşırlar.
Greicius ve meslektaşları, odak noktalarını beynin her iki yarım küresindeki ayrık ve bitişik olmayan bölgelerden oluşan 4 fonksiyonel ağ ile ilişkilendirilen kortikal alanlara kadar çalışmalarını daraltırlar ve bunlar, Allen Enstitüsü’nün insan-beyin veritabanında çok iyi bir şekilde sunulur.
Araştırmacılar, beynin istirahat modunun (default mode) otobiyografik hafıza ile ilişkilendirilen ağının yanında, beynin duyu-motoru, mekansal görüş ve salience-dikkat çekme-duygusal ağlarının bileşen bölgelerinin gen ifade profillerine bakarlar.
Araştırmacılar, özellikle ağlar arasında ya da ağların dışında değil de bir ağ içerisindeki daha çok senkronize şekilde bölgeden bölgeye gen ifadelerinin yükselip alçaldığı belirli bir dizi gen aramaktadırlar. Onlar gelişmiş istatiksel metodları kullanarak, her bir ağ içindeki bölgelerdeki gen ifadelerinin ilişkili bir kalıbını gösteren 136 adet genden oluşmuş bir dizi tanımlarlar. Greicius,bu 136 genin herhangi tek bir ağa özgü olmadığını dile getirir. Greicius, bir bölgedeki herhangi bir ağdaki yüksek, orta ve düşük seviyede ifade edilmiş bu genlerden herhangi bir tanesinin, hangi ağın olduğuna bakılmadan, o ağın diğer bölgelerindeki yöndeş-ona karşılık gelen seviyede de ifade edilmekte olduğunu söyler.
Önemli bir nokta; bu genlerden bir miktarı, sinir hücrelerinin işaretini taşıyan aktiviteye(elektrik uyarıların üretilmesi,yayılması) yardımıcı olan protein kodlamaktadır. Bazıları, sinir hücrelerinin dış zarlarına kadar yayılan voltaj farklılıklarını devamlılığını sağlayıp, modüle eden iyon kanallarıdır. Diğerleri, bir devre içerisindeki bir sinir hücresinin diğeri ile irtibat kurduğu  birleşme yerinde bulunurlar.
Stanford Ekibi, tespitlerini başka bir veritabanına yönelerek doğrularlar. IMAGEN konsorsiyum, 14 yaşındakiler üzerinde geniş çapta görüntülemeye,bilişsel ve genetiğe dayalı testler yürütmektedir. Bu testlerle, bu yaşta çocuklar içerisinde kimin 16 yaşına girdiğinde madde bağımlılığı gibi bir problemle karşılaşma konusunda en yüksek riske sahip olduğu tespit edilmeye çalışılmaktadır. Diğer şeylerin arasında, IMAGEN veritabanı, deneklerin genom dizilim normlarındaki çok küçük değişkenlerin bile içerdiği detaylı enformasyona sahiptir. Altmann, 259 sağlıklı ergen içindeki ilgilendikleri 136 gende bulunan değişkenlerin analizinde başı çekmektedir. Bu deneklerin ağ-bağlantı gücü, kısmen, bu 136 genin genetik-değişken profilleri tarafından belirlenmiştir.
Allen Enstitüsü’nin beyin ve fare bağlantı atlası olan iki ek data setinden elde edilen doku örnekleri kullanılarak yapılan ek deneyler de, insanlar üzerinde yapılan araştırmlardan elde edilen bulguları onaylamakta ve desteklemektedir. Altman: “Bu paylaşılan ve geniş çapta güven uyandıran data seti, bu çalışmanın bir başka önemli özelliğidir ve bilimsel datanın rahatça ulaşılabilir  olmasının değerine de dikkat çekmektedir. Bizim bir fikrimiz vardı ve epey zahmetle topladıkları datayı paylaşacak istekli işbirlikçiler bulduk.”
Fonksiyonel-bağlantıyla ilişkili gen setlerinin tanımlanması, örneğin; nörodejenerasyonun bir ağ içinde nasıl çoğaldığını bulmak gibi, hedeflenmiş klinik uygulamaları için bir imkan sağlamaktadır.
Richiardi: “Bizim bu çalışmamız, bir takım nöropsikiyatrik bozukluklar için potansiyel çıkarımlara sahip.”
Örneğin; kanıtlar, Alzheimer hastalığının, bir kişinin yakın zamandaki otobiyografik olayları hatırladığında aktif olan beyindeki istiharat-default-mod ağı diye adlandırılan bir bölgeden bir diğerine yayıldığını ortaya koymakta. Dinleme-durmu görüntüleri, fMRI’ın uygulanmadığı zamanlarda istisnai bir potansiyele sahip. Alzheimer hastaları, örneğin; hafızaya dayalı işlere odaklanmada zorluk çekmekte. Gelecekteki çalışma, diğer ağlar içinde değil de, tek bir ağ içindeki bağlantıya sahip gen ifadeleri üzerinde odaklanmayı içerecektir. Örneğin; istirahat-default modundaki bu ağa bağlı belirli genler üzerinde odaklanılarak, Alzherimer hastalığına yönelik yeni anlayışlara sahip olunabilir.

Orucun Yararları...

Orucun Yararları

ORUCUN YARARLARI BİLİMSEL OLARAK AÇIKLANDI: ORUÇ, BEYNİNİZİ SÜPER ŞARJ EDİYOR!
oruc1
Oruç Beyin Fonksiyonunu Geliştiriyor
 Yeni araştırma, orucun, beyinde yaşlanma etkilerini belirgin şekilde azalttığını ortaya koymakta. Orucun, tüm vücudda çok güçlü anti-enflamatuar (iltihap önleyici) etkisine sahip olduğu bilinmekte.
Önde gelen bilim insanları, şimdilerde orucun beyin fonksiyonlarını artırıcı ana stratejilerden bir tanesi olduğuna inanmaktalar.
oruc2
2 Başlıca Evre: İnşa Etme-Geliştirme ve Temizleme
Yemek, bedeni geliştirme evresine geçmek ve hem gıdaları, hem de toksinleri depolamak için uyarır. Bu evre, yeni hücrelerin ve dokuların gelişimi için gereklidir ve gıdalar kıtlık zamanları için de depolanır.Bu gelişme evresinin fizyolojisi, genelde insülin hormonu tarafından yönetilir.
6 saatten fazla tutulan oruçla temizleme evresi başlar. Temizleme evresi, eski hasarlı hücrelerin parçalara ayrıldığı, doğasında kataboliktir-yıkımsal bir yapıya sahiptir. Bu proses, hücrelerin atık maddeleri geri dönüştüğü, atık ürünleri regüle edip, tamir ettiği beyin otofajisini ya da “kendi kendini yemeyi” çalıştırır. Bu genetik tamir mekanizmaları, insan büyüme hormonunun(HGH) salgılanması ile çalışmaya başlar.
Oruç, iltihaplanmaları azaltan, bağışıklığı artıran ve doku iyileşmesini geliştiren en güçlü usüllerden bir tanesidir.
 İnsanların midesinin bulunmasını bir nedeni de enfeksiyon kapmalarındandır. Oruç ile beden bulunduğu ortama karşı içsel doğal bir bağışıklık kazanıp, güçlenecektir.
oruc3
Oruç Büyüme Hormonunu Artırır
 Büyüme Hormonunun (HGH), yağ yakımı ya da protein koruyuculuğu gibi metabolizmadaki fizyolojik değişimler yarattığı bilinmektedir. Proteinler ve amino asitler, beyin ve nöron işleyişinin gelişmesi için kullanılırlar. Onlar, ayrıca, işlevselliği ve kas,tendon, bağ dokusu ve kemiklerdeki gücünü artıran doku kolejenini tamir ederler. HGH ayrıca, deri fonksiyonlarını geliştirir, kırışıklıkları azaltır ve kesikleri ve yanıkları tedavi eder.
Intermountain Tıp Merkezi Kalp Enstitüsü’nden araştırmacılar, 24 saatlik bir oruç tutan erkeklerde büyüme hormonunun (HGH) %2000 arttığını ve kadınlarda da bu artışın %1300 olduğunu yaptıkları araştırma neticesinde tespit ederler.
Araştırmacılar, oruç tutan kişilerin belirgin bir şekilde trigliseridlerinin düştüğü, büyüme hormonları HDL(iyi kolestrol-45 mg’nin altında olması arzu edilmiyor) yükselttiği ve kan şekerini stabilize ettiğini bulurlar.
 İnsülin ve HGH arasındaki dans:
 Büyüme hormonu (HGH) ve insülin iki yarı fonksiyona sahiplerdir.
HGH, doku onarımı, etkin enerji kullanımı ve anti-enflamatuar bağışıklık aktivitlerine odaklıyken, insülin, enerji depolanması, hücre bölünmesi ve pro-enflamatuar bağışıklık aktiviteleri konusuna odaklıdır.
Insülin, bu oyunda dominant olan oyuncudur. Durumlar insülin salınımı(karbonhidrat alımı) gerektirdiğinde, HGH engellenir. Buna ek olarak, çok fazla protein ve yağ, insülini uyarmayabilir ama bunlar, HGH salınımını engelleyebilir.
Araştırmalar, nöral otofajinin (kendi kendini yeme- hücrede dejenere olmuş organellerin lizozomlar  tarafından yutulması) bozulmasının beyinde nörolojik dejeneratif artışı ile sonuçlandığını tespit ederler. Yüksek seviyede insülin sirkülasyonu, nöral otofajinin azalmasına ve dejeneretafi durumlarında olduğu metabolik problemlerin azalmasına neden olur.
Oruç,beynin kendi kendini temizlemesi için  ve yeni nöron oluşumu ve optimal fonksiyonda hücre iletişim hatları için gereklidir. 
                                           Orucun Yararları
–        Bağırsağınızın sağlıklı olmasına yardım eder
–        İltihaplanmaların azalmasını regüle eder
–        Açlık hormonu ghrelin ve tokluk hormonu leptinin hassasiyetine yardım eder
–        Yağları yakmaya başlarsınız
Oruç ve Egzersiz
 Beyindeki temizleme evresi, beden yapılandırma devresine yöneldiğinde gizli bir şekilde çalışır. Bedenin yapılandırma fazına geçtiğinde, bedenin  bu duruma inanılmaz şekilde adapte olmasını sağlayan  bir çeşit ön-yük temin eder. Bu da nöral bağlantıları güçlendirir ve beyin fonksiyonunu geliştirir. Oruç bu temizleme evresi için gereklidir.
Uzmanlar, orucun beyin hücrelerini çok hafif bir stres altında tuttuğuna inanmaktalar ki bu, kas hücreleri üzerinde yapılan egzersizin ortaya koyduğu etkiler ile benzer.
 Beyin Türevli Nörotrofik Faktör(BDNF)
Beyin Türevli Nörolojik Faktör (BDNF) seviyeleri, yeni nöron oluşumunu ve beyin içindeki sinapsların ve çeşitli hat iletişim gelişimini yönetir. Yüksek BDNF seviyeleri daha sağlıklı nöron oluşumuna ve nörolojik hücreler arasında daha iyi iletişim proseslerine neden olur.Düşük BDNF seviyeleri, bunama, Alzheimer, hafıza kaybı ve diğer beyin işeyişi problemleri ile ilişkilendirilmektedir.
 Araştırmalar göstermektedir ki; orucun, tüm beden üzerinde anti-enflamatuar etkiye sahip olduğu, astım, Alzheimer ve Parkinson hastalıklarında da çok önemli olumlu sonuçların alınmasına etken olmaktadır.
Mattson ve meslektaşları, MRI teknolojisi ve diğer testleri kullanarak, orucun beyin üzerindeki etkisini daha detaylı bir şekilde çalışmak için hazırlanmaktalar.

18 Haziran 2015 Perşembe

GENÇ VE SAĞLIKLI KALMAK İÇİN TİMÜS BEZİNİZİ DÖVÜN...

GENÇ VE SAĞLIKLI KALMAK İÇİN TİMÜS BEZİNİZİ DÖVÜN.

Timüs bezi
Timüs’ü eşşek sudan gelinceye kadar dövmek lazım………..
Genç ve sağlıklı olmak ve kalmak için Timüs’ü eşşek sudan gelinceye kadar dövmek lazım.
Timüs bezi, tiroid bezinin altında, göğüs boşluğunda ve soluk borusunun önünde bulunur.
Bu bez insanın bağışıklık sisteminin merkezidir. Yani bütün bağışıklık sistemi buradan yönetilir.
Timüs bezi ne kadar çok titreşirse kişi o kadar sağlıklı ve bağışıklık sistemi sağlam olur.
Anadolu’da ağıt yakan kadınların göğüslerine vurduklarına hepiniz şahit olmuşsunuzdur.
Bu refleks kaynaklı basit bir el hareketi değildir. Bu beynin otomatik gerçekleştirdiği bir davranıştır.
Kişi göğsüne vururken Timüs bezini titreştirir.
Bu sayede üzüntü kaynaklı bağışıklıkta meydana gelen direnç azalmasının önüne geçmeye çalışır.
Bu bez ne kadar sıklıkla titreştirilirse kişi o kadar genç ve sağlıklı yaşar ayrıca geç yaşlanır.
Sizde parmaklarınızla göğsünüzün ortasına yapacağınız küçük vuruşlarla timüs bezini titreştirebilirsiniz.
Yada daha basit bir yolu kullanırsınız. “KAHKAHA” atabilirsiniz.
Çünkü kahkaha da göğüs kafesini oynattığı için bu bezi harekete geçirir.
Hani yıllar geçerde aradan bir arkadaşımıza rastlarız neşeli halleriyle tanıdığımız bu insanı görünce “hiç değişmemişsin, ne gamsızsın…” deriz ya, işte timüs bezinin gücü.
Sonuç olarak kahkaha bağışıklık sistemini güçlendirir ve sizi genç tutar.
Bir de Google’dan bakalım:
Mutluluk ve Timus bezi ..
“Mutluluk bir seçimdir. Mutsuzluğumuz kadere, şansızlığa ve talihsizliğe inancımız ölçüsündedir.”
Mutlu duyguların hissedilmesinde hormonların rolü büyük.Bedenimizde o hormonları salgılayan salgı bezlerinden minicik ama çok güçlü bir salgı bezi var: timus.
Timus uyarıldığında salgıladığı hormonlar kişide haz ve mutluluk duygusu yaratır.Çünkü timus aktive olduğunda bedenin kimyasının değişimine neden olur. Bu değişiklik sinir sistemini sakinleştirir ve beyin fonksiyonları nı hızlandırır. Bu da kişide rahatlama duygusu yaratır.
Avustralyalı Nobel ödüllü kanser araştırmacısı Sir MacFarlane Burnet timus bezinin aktif hale getirilmesiyle insan bedeninin kendisini kanserden koruyabilme yeteneğine sahip olacağını savunuyordu.
Çocuklarda iri olan timus ergenlik döneminde bir ceviz kadar irileşiyor. Ama yas ilerledikçe bir bezelye tanesi kadar küçülüyor, yaşlılıkta ise tamamen köreliyor. Ama bazı insanlarda ileri yaslarda bile hala ceviz büyüklüğünü koruması, bilimin henüz çözemediği alanlardan biri.
Timusun sağlığımız üzerindeki önemli yararlarından biri de T hücrelerini üretiyor olması. T hücreleri denilen lenfositler bedene zarar verebilecek zararlı hücreleri yok ederler. Bu küçük T hücrelerine yaşamımızı borçluyuz. AIDS gibi bağışıklık sistemini çökerten hastalıkların ölümcül olması T hücrelerinin haberleşme hatlarını öncelikle kesmelerinden kaynaklanıyor.
Timus göğüs kafesinin üst kısmının tam arkasında, göğsün tam ortasında yer alıyor. Timusu uyarmanın üç basit yolu var:
Timusu uyarmanın birinci yolu gülmek. Yani gerçek, içten, sıcak bir gülüş, bir kahkaha. Her gülündüğünde timus bezi aktive oluyor. Her aktive olduğunda bedenimize kimyasal dalgalar göndererek kendimizi iyi hissetmemizi sağlıyor. 1993 yılında California Üniversitesi’ nde Dr.Paul Ekman tarafından yapılan araştırmada gülmenin timusu ve beynin değişik haz bölgeleriyle bağlantısı olan kasları harekete geçirdiği ve insanda haz duygusu yarattığı kanıtlanmış.
Timusu uyarmanın ikinci yoluiki parmakla timusun üzerine gelen noktaya vurulması, yani elle uyarmak.Timusu uyarmanın üçüncü yolu ise dilin üst dişlerin arkasında damağa ve ağzın tavanına değdirilmesi. Dr. John Diamond ve ekibi dilin bu pozisyona getirilmesi ile sol ve sağ beyin
küresi arasında denge oluşmasını sağladığını tespit etmiş.Bu da insanin daha iyi düşünmesi ve kendini daha iyi hissetmesine yardımcı oluyor.

15 Haziran 2015 Pazartesi

Beyin Ağlarının Genetik Temellerini Buldular!

Bilim İnsanları Beyin Görüntüleme ile Beyin Ağlarının Genetik Temellerini Buldular!

brean1
 Stanford Tıp Fakültesi’nde yapılan yeni bir araştırmada; birbirlerinden ayrı beyin bölgeleri arasındaki senkronize olmuş fizyolojik etkileşimin genetik temellere sahip olduğu bulundu.
Bu araştırmanın baş yazarlarından Nöroloji ve Nöroloji Bilimleri yardımcı profesörü Michael Grecius, Stanford Üniversitesi’nde yapılan bu araştırmayı, Seattle merkezli Allen Beyin Bilimleri Enstitüsü ve çok merkezli Avrupa Projesi olan IMAGEN konsorsiyumun desteklendiğini bildirmekte.
Nörobilimciler tarafından ortaya çıkan ortak görüş; bilişsel operasyonların sadece beynin tek tek bölgelerinde  faaaliyet göstermediğini ayrıca birbirinden uzak pek çok beyin bölgelerinin (birbiri ile beyaz madde yoluyla otomatik olarak ya da dolaylı olarak ara düğümler yoluyla bağlanan) fonksiyonel bir bağlantıyı paylaştıkları. Bu bölgelerdeki aktivitenin de sıkı bir şekilde birleşik olduğu anlamına da gelmektedir.
Herhangi bir fonksiyonel aktivite, en fazla, normal olarak bu ağla ilişkili bir işi ortaya koyduğu süre boyunca aktiftir. Otobiyografik hafızada olduğu gibi. (“Dün akşam yemekte ne yedim?”)
Ancak, bileşimde yer alan bölgelerin aynı zamanlı aktivitesi, ağlar çalışmazken de çalışmaya devam eder. Stanford Üniversitesi Hafıza Bozuklukları Merkezi müdürü Greicius: “Bir düzineden fazla fonksiyonel ağlar, dinleme-evresi fonskiyonel manyetik rezonans görüntüleme (rsfMRI ya da R-fMRIile tanımlanmıştır.”
Dinlenme-evresi sürsesince rsfMRI taramalarında, kişilerden, bir süreliğine uzanıp rahatlamaları istenir. Bu taramaların sonuçları; kişilerin beyinlerinin fonksiyonel ağlarının, kendi ayırd edilebilir frekansları ve fazlarında tıpkı radyoda, aynı anda yayın yapan ama sessizce bu yayını yapan radyo istasyonları gibi çalışmaya-konuşmaya devam ettiğini göstermektedir. Ancak, beyin boyunca beynin farklı bölgelerindeki lokal kan akışlarını ölçen dinlenme-evresinden beyin görüntüleri elde edilse de edilmese de, aslında yansıyan bu nöral aktivite tartışmaya açıktır.
Greicius: “dinlenme-evresi ağ aktivitesinin doğruluğu konusunda bazı şüpheler mevcuttu. Biz daha derine inip, bu görüntülerin sonuçlarının moleküler temellerini görmek istedik ki bu da; beyinin bu muhteşem foksiyonel ağ bağlantı yapısını dinlenirken bile sürdürdüğünü göstermektedir.”
İlk olarak, Greicius ve meslektaşları, 15 sağlıklı yetişkin gönüllüden sadece uzanıp, rahatlamalarını isterler ve 8 dakika kadar onların dinlenme-evresindeki beyin görüntülerinden sayısal datalar elde ederler. Bu onların çok iyi çizilmiş, pek çok fonksiyonel ağların yerine belirlemelerini sağlar.
Daha sonra araştırmacılar, fonksiyonel ağlara denk gelen bölgelerdeki bu fonksiyonel bağlantıyı destekleyen ya da en azından içeren gen-ifade profillerinin (her bir insan genomunun yaklaşık olarak 20.000 bilinen geninin aktivite seviyesinin ölçülmesi) araştırırlar.
Yaşayan insandaki beyin dokularının gen-profil ifadelerini elde etmek için noninvasif-müdahelesiz bir yol yoktur. Ancak, şimdi İsviçre, Cenevre’de bulunan Cenevre Üniversitesi’ndeki Greicius’un laboratuvarında çalışan doktora derecesine sahip araştırmacı Jonas Richiardi, titizlikle arşivlenen dataya sahip olan Allen Enstitüsü’nde ölüm sonrası insan beyin örnekleri koleksiyonunu, dikkatli bir şekilde eklenen notlarıyla kullanır. Enstitü’deki bilim insanları, beyinin belirli lokasyonlardan çıkardıkları bir kaç yüz dokunun gen-ifade profillerini çıkarmışlardır. Richiardi, Nöroloji dalı öğretim üyesi olan Dr. Andre Altmann’la bu araştırma hakkındaki bilgileri beraber yazarak paylaşırlar.
Greicius ve meslektaşları, odak noktalarını beynin her iki yarım küresindeki ayrık ve bitişik olmayan bölgelerden oluşan 4 fonksiyonel ağ ile ilişkilendirilen kortikal alanlara kadar çalışmalarını daraltırlar ve bunlar, Allen Enstitüsü’nün insan-beyin veritabanında çok iyi bir şekilde sunulur.
Araştırmacılar, beynin istirahat modunun (default mode) otobiyografik hafıza ile ilişkilendirilen ağının yanında, beynin duyu-motoru, mekansal görüş ve salience-dikkat çekme-duygusal ağlarının bileşen bölgelerinin gen ifade profillerine bakarlar.
Araştırmacılar, özellikle ağlar arasında ya da ağların dışında değil de bir ağ içerisindeki daha çok senkronize şekilde bölgeden bölgeye gen ifadelerinin yükselip alçaldığı belirli bir dizi gen aramaktadırlar. Onlar gelişmiş istatiksel metodları kullanarak, her bir ağ içindeki bölgelerdeki gen ifadelerinin ilişkili bir kalıbını gösteren 136 adet genden oluşmuş bir dizi tanımlarlar. Greicius,bu 136 genin herhangi tek bir ağa özgü olmadığını dile getirir. Greicius, bir bölgedeki herhangi bir ağdaki yüksek, orta ve düşük seviyede ifade edilmiş bu genlerden herhangi bir tanesinin, hangi ağın olduğuna bakılmadan, o ağın diğer bölgelerindeki yöndeş-ona karşılık gelen seviyede de ifade edilmekte olduğunu söyler.
Önemli bir nokta; bu genlerden bir miktarı, sinir hücrelerinin işaretini taşıyan aktiviteye(elektrik uyarıların üretilmesi,yayılması) yardımıcı olan protein kodlamaktadır. Bazıları, sinir hücrelerinin dış zarlarına kadar yayılan voltaj farklılıklarını devamlılığını sağlayıp, modüle eden iyon kanallarıdır. Diğerleri, bir devre içerisindeki bir sinir hücresinin diğeri ile irtibat kurduğu  birleşme yerinde bulunurlar.
Stanford Ekibi, tespitlerini başka bir veritabanına yönelerek doğrularlar. IMAGEN konsorsiyum, 14 yaşındakiler üzerinde geniş çapta görüntülemeye,bilişsel ve genetiğe dayalı testler yürütmektedir. Bu testlerle, bu yaşta çocuklar içerisinde kimin 16 yaşına girdiğinde madde bağımlılığı gibi bir problemle karşılaşma konusunda en yüksek riske sahip olduğu tespit edilmeye çalışılmaktadır. Diğer şeylerin arasında, IMAGEN veritabanı, deneklerin genom dizilim normlarındaki çok küçük değişkenlerin bile içerdiği detaylı enformasyona sahiptir. Altmann, 259 sağlıklı ergen içindeki ilgilendikleri 136 gende bulunan değişkenlerin analizinde başı çekmektedir. Bu deneklerin ağ-bağlantı gücü, kısmen, bu 136 genin genetik-değişken profilleri tarafından belirlenmiştir.
Allen Enstitüsü’nin beyin ve fare bağlantı atlası olan iki ek data setinden elde edilen doku örnekleri kullanılarak yapılan ek deneyler de, insanlar üzerinde yapılan araştırmlardan elde edilen bulguları onaylamakta ve desteklemektedir. Altman: “Bu paylaşılan ve geniş çapta güven uyandıran data seti, bu çalışmanın bir başka önemli özelliğidir ve bilimsel datanın rahatça ulaşılabilir  olmasının değerine de dikkat çekmektedir. Bizim bir fikrimiz vardı ve epey zahmetle topladıkları datayı paylaşacak istekli işbirlikçiler bulduk.”
Fonksiyonel-bağlantıyla ilişkili gen setlerinin tanımlanması, örneğin; nörodejenerasyonun bir ağ içinde nasıl çoğaldığını bulmak gibi, hedeflenmiş klinik uygulamaları için bir imkan sağlamaktadır.
Richiardi: “Bizim bu çalışmamız, bir takım nöropsikiyatrik bozukluklar için potansiyel çıkarımlara sahip.”
Örneğin; kanıtlar, Alzheimer hastalığının, bir kişinin yakın zamandaki otobiyografik olayları hatırladığında aktif olan beyindeki istiharat-default-mod ağı diye adlandırılan bir bölgeden bir diğerine yayıldığını ortaya koymakta. Dinleme-durmu görüntüleri, fMRI’ın uygulanmadığı zamanlarda istisnai bir potansiyele sahip. Alzheimer hastaları, örneğin; hafızaya dayalı işlere odaklanmada zorluk çekmekte. Gelecekteki çalışma, diğer ağlar içinde değil de, tek bir ağ içindeki bağlantıya sahip gen ifadeleri üzerinde odaklanmayı içerecektir. Örneğin; istirahat-default modundaki bu ağa bağlı belirli genler üzerinde odaklanılarak, Alzherimer hastalığına yönelik yeni anlayışlara sahip olunabilir.