6 Ekim 2015 Salı

İslâm İktisat Düşüncesi Üzerine...

İslâm İktisat Düşüncesi Üzerine






Bizim iktisat anlayışımızda, para her şey değildir. Zîrâ muvakkaten yaşadığımız şu dünyada, Asıl Mülk Sahibi’ni razı etme, burada bey ve paşa iken ahirette gedâ (dilenci) olmama, burada villalarda yaşarken orada dilenci durumuna düşmeme, bizim için vazgeçilmez birer hedeftir.

Yaptığımız faaliyetler her ne kadar maddî-hâricî âmillerle izaha çalışılsa da aslında birtakım inançların, düşüncelerin, ahlâk düsturlarının, geleneklerin, alışkanlıkların tesiri altında meydana gelmektedir. İktisadî faaliyetlerimiz de böyle cereyan etmektedir. Yani bu saydıklarımız iktisadî faaliyetimizin şekline ve içeriğine tesir eder. Ekonomik faaliyetlerin yalnız hâricî sebeplere münhasır olduğu, gözle görülebilir maddî sebeplere dayalı bir hareketten ibaret olduğu zannedilmemelidir. İktisadî faaliyet tarzına müessir olan tasavvurların, ideallerin, ahlâk düsturlarının tümü belirli bir ruh hâletini ortaya çıkarır ki, buna “iktisat düşüncesi” denir. İktisat düşüncesi, bireylerin ve toplumların iktisadî olayları algılama ve değerlendirme biçimini, ekonomik faaliyetlerini ve iktisadî hayatı yönlendirme çabalarını yakından etkiler. (bkz. Sabri F. Ülgener, Darlık Buhranları ve İslâm İktisat Siyaseti, s.9).

İktisadî düşüncelerin oluşumunda dinin etkisi inkâr edilemez bir gerçektir. Bu bütün dinler için söz konusudur. Meselâ Hristiyanlığın reformdan önceki haliyle sonraki hâli incelendiğinde Hristiyan toplumlarda iktisadâ dair düşüncelerin oluşumuna dinin ne derece etki ettiği açıkça görülür. Ortaçağ Katolik Hristiyan dünyasında süflî ve kirli telâkki edilen, çalışma, kazanç ve sanat gibi mefhumların Reformasyon ile beraber herkesin hürmetle andığı mukaddes birer fazilet hâline geldiği görülmüştür. Bu bizim için inançların ekonomik faaliyetlerdeki etkisini gösteren en önemli delillerden biridir. (Ülgener, a.e, s.28). Protestanlıkta Tanrı’nın seçkin kulları arasına girebilmek için çok çalışmak, zühd içinde yaşamak ve dürüst olmak gibi üç temel düstur teşvik edilir. Zühd, yani sade, tutumlu, israftan uzak bir hayat, tasarruf haddinin yüksek olmasına yol açar. Çalışkanlık ve dürüstlük ise kişiye itibar sağlar. Dürüst ve sade insan gayretli çalışmasının neticesinde iş hayatında başarılı olur ve saygın bir konuma yükselir. İşte buradan hareketle Max Weber kapitalist iktisat düşüncesinin ruhunu Protestan ahlâkına hamlediyordu. Sombart ise Katolik Hristiyanlıktan hareketle uhrevî karakteri ağır basan bir dinin bu kadar dünyevî bir yönelişe kaynaklık edemeyeceğini söyleyerek dünyevîliği daha öne çıkan Yahudiliği Kapitalizm’in kaynağı olarak görmüştür. (Mustafa Özel, İktisat, Siyaset ve Din, s.38-39). Kapitalist ekonomik düşüncenin kaynağı ister Protestanlık olsun isterse Yahudilik, bu çok önemli değildir. Önemli olan, iktisadî düşüncenin şekillenmesinde dinin tesirinin olduğunun ortaya konulmasıdır. Nasıl ki kapitalist iktisat düşüncesinin oluşumuna Yahudilik veya reform sonrası Hristiyanlık kaynaklık etmişse, Komünist/Sosyalist iktisat düşüncesine de inkârcılık tesir etmiştir. Bunların ötesinde kendine has özellikleriyle İslâmî bir iktisat düşüncesinin oluşmasında da İslâm etkili olmuştur. 

Bu çerçevede Müslüman fert veya toplumların iktisadî olayı algılayışı, yaşayışı ve yönlendirişi ile bir diğer dine mensup veya anlayışa sahip olan fert veya grupların algılayış, yaşayış ve yönlendirişleri de elbette farklı olacaktır. Hattâ aynı dine, aynı inanç veya aynı topluma mensup kişilerin, aldıkları eğitim, çevre faktörü, kültürel altyapı gibi etkenler sebebiyle düşüncelerinde de farklılık olabilir. Bu durum insanların dinin emir ve öğütlerinden aynı derecede etkilenmemelerinden kaynaklanır. Dolayısıyla bir dinin iktisat düşüncesinin oluşmasındaki tesirini araştırırken o dine mensup fertlerin yahut sosyal gurupların iktisadı algılama ve değerlendirmelerinden daha ziyade genel olarak o dinin iktisadî emir ve öğütlerine, oluşturmak istediği ekonomi zihniyetinin nasıl olduğuna bakmak gerekir.

İslâm’ın İktisadî Hayata Tesiri
Her ekonomik sistem, kendi maksat ve prensiplerine uygun ideolojik bir temele oturur. Bu çerçevede İslâm’ın telkin ettiği ekonomik sistem de kendine has bir düşünce ile ilişkilidir. İnançlar, insanın yaşayışına, olaylara yorum getirmesine, eşyayı değerlendirmesine ve değer ölçüleri kazanmasına varıncaya kadar her sahada tesirlidir. Nitekim İslâm’ın ortaya koyduğu inançlar tarih boyunca Müslüman toplumlara yön vererek hayatın, sanat, edebiyat, bilim, örf-adet ve ekonomi gibi çeşitli tezahürlerinde kısacası her yönünde etkili olmuştur. İslâm iktisat düşüncesinin temellerini de kendine mahsus özellikleriyle İslâm’ın kendisi oluşturmakta ve Müslüman toplumları buna göre yönlendirmektedir. 

İslâm, insan hayatı ile ilgili her alanda temel kaideleri açıkça gösteren ve onu yönlendiren bir dindir. İslâm insan hayatını öncelikle imanla temellendirir. İmanın insan hayatına içerden bir tesiri vardır. Bunun ötesinde, İslâm emir ve yasaklarla, ekonomik hayata dışarıdan da tesir eder. Emir ve yasaklar fert ve cemiyet şuurunda inançlarla birleşerek ekonomik hayata şekil verir. İktisadî hâdiseler herkesi birinci dereceden ilgilendiren olaylar olduğundan insan hayatının bu yönüyle ilgili düzenlemeler de koyar. İktisadî hayatta adalet ve insaf ölçülerini yerleştirerek alıcı ile satıcı arasındaki münasebeti, ticarî ilişkiden ziyade bir kardeşlik münasebeti hâline getirir. Tevhid inancının insana kazandıracağı düşünce yapısı ve değer ölçüleriyle insanlık için faydalı bir iktisadî ortam temin edilir. Şayet bu olmazsa, pratikte ya insanların mülkiyet hakkını ihlâl edici veya insanları, devlet ve milletleri sömürücü düzenler meydana çıkar. Bunlar da insanlığın mutluluğunu menfî yönde etkileyen hususlardır. Bu olumsuz neticelerin ortadan kalkması için Tevhid inancının yaygınlaşması çok büyük önem arz etmektedir. 

İslâm’ın koymuş olduğu iktisadî prensipler aynı zamanda imanî ve ahlâkî prensiplerdir. Seküler iktisadî anlayışlar iktisadı gayr-ı ahlâkî (ahlâksız) olmasa da, lâ ahlâkî (ahlâkla ilgisi olmayan) bir alan olarak görürken İslâm ahlâkî bir alan olarak görmektedir. “İslâm’ın iktisadî yapısı mü’minin ahlâkî yapısından ayrılmayan bir hususiyet arz etmektedir. Bu iki yapı ve yapılanmayı birbirinden ayırıp tefrik etmek mümkün değildir.” (F. Gülen, Enginliğiyle Kendi Dünyamız, s. 227) İslâm, ahlâkî yapıdan kopmuş ve insanın iç dünyasından uzaklaşmış bir ekonomik yapıyı insan için gerçek mutluluk vasıtası olarak görmez. Bu ilkeler Sosyalist ve Kapitalist sistemlerin aksine insanın dünya ve ahiret mutluluğunu beraberce elde etmesi doğrultusunda konulmuştur. 

Burada İslâm’ın hedefi, sahip olduğu iman, amel ve ahlâk prensipleriyle hareket eden fertler, imanından aldığı kardeşlik düşüncesiyle şefkat ve merhametle hemcinsinin imdadına yetişen, başkasını düşünen, diğergam, fedakâr ve dürüst fertlerden oluşan toplumlar meydana getirmektir. Yoksa fikirleri, duyguları ve vicdanları baskı altında bulunan veya şahsî çıkarlarını ön plânda tutan, başkasını sömürerek geçinmeye çalışan fertlerden oluşan bir toplum değildir. İslâm Müslümanlara vicdanî sorumluluklar yükleyecek böyle bir toplumun meydana gelmesi için gayret eder. 

İslâm İktisat Düşüncesinin Bazı Özellikleri
İslâm iktisat düşüncesi ile Kapitalist ve Sosyalist ekonomi anlayışlarının insana ve onun iktisadî hayatına yaklaşımları da temelde farklılık arz eder. Bunun sebebi, bu sistemlerin temellerinin birbirinden farklı olmasıdır. İslâm iktisat düşüncesi vahye, nebevi sünnete dayalı iken Sosyalist ve Kapitalist iktisadî anlayışlar, insan zekâsının ürünü olan materyalist bir felsefî görüşe veya Reformasyon’a uğramış bir dinin öğretilerine dayanmaktadır. Bu sebeple bu düşünce sistemlerinin insana bakış, eşya ve hâdiseleri algılayış biçimleri de elbette farklı olacaktır. Şimdi İslâm iktisat düşüncesinin temel karakteristik özellikleri üzerinde duracağız.

1- İnsana Bakış
İslâm iktisat düşüncesinin birinci özelliği onun insana bakışıdır. İslâm’a göre insan iradesi, gücü ve sorumluluğu olan bir varlıktır. İslâm iktisat düşüncesine göre, iktisadî hayatın işleyişinde insan iradesinin rolü görmezlikten gelinemez. Ama insan irade ve gücünün her şey olmadığı da bir gerçektir. Çünkü insanın irade ve gücünü aşan pek çok şey vardır. İnsan irade ve seçme hürriyetiyle her istediğini yapabilecek güçte bir varlık değildir. Onun hayatta arzulayıp da yapamadıklarının haddi hesabı yoktur. İktisadî hâdiseler insanların fiilleridir; ama tamamen insanların tasarladığı, yönlendirdiği ve meydana getirdiği olaylar değildir. İnsanın gücü bellidir. Bu gücün fiile tesiri de bellidir. Bu sebeple iktisadî olaylar her yönüyle insana verilemez. İnsanı aşan mutlak bir iradenin düzenleyiciliği de söz konusudur. Bu irade de Allah’ın iradesidir. O, İlahî iradenin müsaadesi ölçüsünde işlerini yapar. İnsanın iktisadî faaliyetleri de bu esasa bağlı olarak gerçekleşir. Onun iradesini kullanarak işlerini yapması yaratma anlamında yapma değil kesbetme mânâsında yapmadır. İslâm düşüncesi bu ayrıntıya önem vererek insanın dünyadaki konumunu belirlemiştir.

Ayrıca İslâm’a göre insan başıboş bir varlık da değil, bilakis davranışlarından sorumlu bir varlıktır. Bu mesuliyet onun irade ve seçme hürriyetinden doğmaktadır. İslâm’ın dünyevî sorumluluk ve ceza ile birlikte düşünce sisteminde ahiret sorumluluk ve cezasına da yer vermesi, fertler üzerinde müessir bir rol oynadığından sosyal hayatta problem ya hiç çıkmamakta veya beşerî yapının gereği olarak çıkan problemler geneli etkileyici boyutta olmamaktadır. Çünkü inanan insanlar her amelinden olduğu gibi üretim, tüketim vb. iktisadî fiillerinden de sorumlu olduğu inancıyla, toplumun ahengini bozan aldatma, dolandırma, haksızlık etme gibi kötülüklerden kendilerini korurlar. 

Kapitalist iktisadî düşünceye gelince onun temellerinden birisi Liberalizm’dir. Liberalizm, insanların diledikleri gibi hareket etmeleri ve ekonomik alanda tam bir serbestliğe sahip olmaları gereğine olan inancı açıklar. (Besim Üstünel, Ekonominin Temelleri, s.72). Sosyalist düşünce sisteminde de; İnsanların kendi kaderlerine hâkim olma isteği temel bir esastır. (Üstünel, a.g.e., s.76). Yani bu iki sisteme göre de iktisadî olayları yönlendiren insandır. Bu sistemler, fizikî evrenin dışında metafizik bir gücü ya kabul etmemekte veya kabul etse bile tesir alanını sınırlamaktadırlar. İnsanı ise, irade ve seçme hürriyeti sınırsız ve her istediğini yapma gücüne sahip, yaptığı işlerde yegâne hâkim bir varlık kabul ederler. Ayrıca bu iktisadî düşünce sistemlerinde insanın iktisadî fiillerinden sorumluluğu dünyevîdir. Bu yüzden beşerî sistemlerde, konulan kanun ve kaidelere uymayan fertlerden sadece yakayı ele verenler cezaya çarptırılmakta, bunun ötesinde bir yolunu bulanlar kurtulmaktadır. Problemlerin önüne geçilemeyişinin sebebi de sorumluluğun sırf dünyevî oluşudur. 

2- İnsan-Toplum Münasebetlerinde Denge
İslâm iktisat düşüncesinin temellerinden ikincisi insan toplum ilişkisinde denge gözetmesidir. İslâm insanın ekonomik duygu ve düşüncelerini meşru dairede serbest bırakarak tatminini esas alır. Fakat bunun yanında insanda vicdanî bir sorumluluk oluşturarak her zaman şahsî çıkarlarını gözetme yerine toplumun çıkarlarını gözetmeyi, başkalarını düşünmeyi ve yardım etmeyi de öğütleyerek sosyal dayanışmayı sağlar. Bu durum fertle toplum arasında bir denge meydana getirir. İslâm’ın bu dengeyi sağlamadaki en önemli ilkeleri şu üç kavram etrafında şekillenir: din kardeşliği, diğergâmlık ve infak. İslâm, irsî olmasa bile bütün inananları kardeş ilân etmiştir (Hucurat 49/10). “Komşusu açken tok yatan gerçek mü’min değildir.” (Heysemi, Mecmau’z-zevâid, VIII/167) öğretisiyle Müslümanlarda diğergamlık duygusunu oluşturmuştur. Cimriliği kötüleyip yardımlaşmayı, hatta karşılıksız olarak vermeyi (infak) teşvik etmiştir. 

Kapitalizm’in temellerinden birisi ise ferdiyetçiliktir. Bireycilik bir ölçüde liberal görüşün sonucu olarak toplumdaki her bireyin kendi çıkarı için çalışmasının toplum yararına olacağı inancını ifade eder. (Üstünel, a.g.e., s.73). Sosyalizm’in bir temeli ise toplumculuktur ve ona göre toplumun çıkarlarını her şeyin önünde tutmak gerekir. (Üstünel, a.g.e., s.77). Her ikisinde de gaye, toplumun refahını sağlamaktır, ancak biri fert, diğeri toplum lehine olacak şekilde dengeyi bozmaktadır. Sonuçta ise Kapitalizm insanları menfaatleri üzerinde boğuşturarak ezilmiş sınıflar ve mutlu bir azınlık meydana getirirken, ona reaksiyon olarak doğan Sosyalizm, insanın duygu ve düşüncelerini baskı altında tutarak gayri tabiî ve gayri insanî bir uygulama tarzıyla içtimâî refahı temin etme yoluna gitmiştir. 

3- İnsan-Eşya Münasebetinde Denge
İslâm iktisat düşüncesinin temel hususiyetlerinden üçüncüsü insan-eşya ilişkisinde denge oluşturmasıdır. Bu dengeyi kurmada en önemli dayanak noktaları ise İslâm’ın bir taraftan helâl-haram çizgisiyle bir ölçü koyarak meşrû dairede, maldan istifade esasını getirmesi, diğer taraftan dünyanın fânîliğini nazara vererek insanı ihtiras ve ızdırap girdabından kurtarmasıdır. İslâm insanın eğilimlerini göz önünde bulundurarak maldan yeterince ve meşru bir dairede istifade etmesine imkân tanır. Hür teşebbüs ve özel mülkiyete imkân vererek insanın duygu, düşünce ve kabiliyetlerini geliştirir. Çünkü bu melekeler de insana Allah’ın bir bağışıdır. İslâm, Allah’ın bağışı olan bu melekelerin bütün insanların yararına kullanılması gereğini aşılar. (bkz. Mannan, İslâm Ekonomisi, s.229). Fakat bunun ötesinde insanın ihtiraslarını terbiye ederek onu tecavüzkâr olmaktan ve gayrimeşru yollara düşmekten korur. İktisadî ahlâkı korumaya yönelik prensipler koyar. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) "İnsanoğlunun iki vadi dolusu altını olsa üçüncüsünü de ister." mealindeki hadîsi (Müslim, Zekât, 39/116, 119) ile işaret ettiği gibi, insan madde ile tatmin olamayacağından dolayı mânevî tatmin vasıtaları araması gerektiğini insana öğütler. Sınırsız tatmin dünyası olan Cennet’in varlığıyla, insanı teselli ederek, onu kazanmaya teşvik eder. 

Kapitalist ve Sosyalist iktisadî düşünce sistemleri ise eşyadan istifade etmede bir denge oluşturmazlar. Kapitalizm’in "haz"cı düşüncesi, insana dilediği gibi istifade etme anlayışı kazandırır. İnsan nazarını dünya malına çevirdiği için onun maddî eğilimlerini ve ihtiraslarını kamçılar. İnsanda tecavüzkâr bir yapı oluşturur. İktisadî ahlâkı ihlâl eder. İnsanın ihtiraslarını tatmin etmek mümkün olmadığı için onu ızdıraba sürükler. Sosyalizm ise "zoraki hizmet" anlayışıyla insanı maldan yeterince istifade etmekten mahrum eder. Hür teşebbüs ve özel mülkiyeti yasaklayarak insanın duygularını baskı altına alır. Bu gayri insanı davranışıyla insanın ruhî durumunu bozarak onu ızdıraba sürükler.

4- İktisadî Faaliyetin Gayesi
İslâm iktisat düşüncesinin dördüncü hususiyeti iktisadî faaliyetin ulvî/mânevî bir gayeye dayanmasıdır. İslâm insana sadece iktisadî etkenlerle hareket eden bir varlık olarak bakmaz. İslâm’a göre insan, asıl gayesi ibadet olan ve her türlü davranışına ibadet özelliği kazandıran şerefli bir varlıktır. İktisadî faaliyetler ise insan için gaye değil sadece birer sebeptir. İktisadî faaliyetlerin en önemlileri üretim ve tüketimdir. İslâm, bunları hayatın gayesi değil sadece vasıtası olarak görür ve yapılan amelin gayesine göre ona değer verir. İnsanın rızık temini için çalışması, hayatı idame için yeme içmesi gibi iktisadî fiilleri de bu gaye sebebiyle insana ibadet sevabı kazandıran bir davranış olur. Bu gerçeği Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) genel mânâda, “Ameller niyetlere göredir” (Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1) mealindeki hadîsiyle ifade etmişlerdir. Yani niyet amellere değer kazandıran mühim bir hususiyettir. Hz. Peygamber’in (sallallahü aleyhi ve sellem) hadîslerinde rızık teminine yönelik çalışmanın son derece yüceltilmiş olmasının sebebi de bu çalışmanın ulvi bir gayeye yönelik olmasıdır. Peygamber Efendimiz’in, önemli ibadetlerin bile affettiremeyeceği bazı günahları geçim temini için yapılan çalışmanın silip götürdüğünü, (Sehâvî, Ahsenü’t-Tekâsîm, Beyrut 1994, s. 157); çalışmaktan elleri nasır bağlayan ve yorgun olarak uyuyan kimsenin mağfur olduğunu (Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, İcare 15), helâl rızık temini için çalışmanın Allah yolunda cihad etmek gibi olduğunu (Hindî, Kenzü’l-Ummâl, 4/6) beyan etmesi bu çalışmanın gayesinden kaynaklanmaktadır. 

İslâm iktisat düşüncesine göre üretimin gayesi, insanın Rabbine karşı vazifelerini eda edebilmesi için hayatını idame etmeye yarayacak vasıtaları elde etmek, tüketimin gayesi ise insanı Allah’ın bir kulu olarak vazifelerini ifâya muktedir bir durumda tutabilmektir. Bu durumda üretim ve tüketim, İlâhî bir gayenin gerçekleşmesi için sadece vasıtadır. Optimum üretim ve tüketim miktarı ise, Allah’a karşı mükellefiyetini ifâ etmek için insanın zaman ve enerjisini maksimum kılan miktardır. (Münzir, Tasarruf ve Yatırım Fonksiyonları, s.133). Dolayısıyla insanın çalışmaması, üretime katkıda bulunmaması İslâm’da hoş karşılanmamış, yeme-içmeyi terk ederek ibadet edemeyecek kadar kendini güçsüz düşürmesi veya helâk etmesi Allah‘a isyan olarak telâkki edilmiştir. İnsanın kendini helâk olmaktan koruyacak ve ibadete güç kazandıracak kadar yiyip-içmesi, sıcak ve soğuğa karşı sağlığını koruyacak kadar giyinmesi farzdır. Nafile ibadetlerle ilim tahsiline güç kazandıracak kadar yiyip içmesi menduptur. Kuvvetinin artması için doyuncaya kadar yiyip içmesi mubahtır. Doyduktan sonra tıka basa yemesi ise haramdır. (Alâûddin Âbidin, el-Hediyyetü‘l-Alâiyye, s.214).

Kapitalist ve Sosyalist ekonomilerdeki üretim ve tüketimin sebep ve gayeleri İslâm iktisat düşüncesindekinden farklıdır. Çünkü bu öğretilerden her ikisi de üretim, tüketim ve insanın arzularının yerine getirilmesini hayatın nihai amacı olarak görürler. Kapitalizm çok çeşitli güdülerin, duyguların, motiflerin etkisi altında gördüğü, her davranışını menfaatlerinin belirlediğini düşündüğü insanı, "homo economicus" yani, ekonomik çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen bir varlık olarak kabul etmektedir. (Üstünel, a.g.e., s.91). Sosyalizm de insanı bir üretim aracı olarak görmektedir. (S. Hayri Bolay, Felsefi Doktrinler Sözlüğü, s.159). Kapitalizm’in, bir insan modeli olan "homo economicus" (iktisadî adam) görüşü de, Sosyalizm’in insana bir üretim aracı olarak bakması da İslâm’ın insan anlayışından çok uzaktır. 

5- İhtiyaç-Kaynak Dengesi
İslâm iktisat düşüncesinin beşinci özelliği ihtiyaçlarla kaynaklar arasında bir dengenin olduğunu öğretmesidir. Bunun en temel dayanakları, ihtiyaçların sınırlı olduğu ve rızkın Allah’ın taahhüdünde bulunduğu öğretisidir. Ekonomi bilimi ihtiyaçları sınırsız, kaynakları ise sınırlı gösterir. Bu da insanda ekonomik kaynakların yetersiz olduğu düşüncesi ve neticede açlık çekeceği endişesi doğurmaktadır. İslâm ise ihtiyaç ile arzu arasında ayrım yaparak ihtiyaçları sınırlı, arzuları sınırsız kabul eder, kaynak bunalımına rızık gerçeği ile yaklaşımda bulunur. İhtiyaç fizyolojik, arzu ise psikolojik bir özellik taşır. İslâm fizyolojik açlığı tatmin, psikolojik açlığı ise terbiye ederek sınırlandırmayı esas alır. Bunu baskı ile değil kanaati ve eşyadan iyi yararlanmayı telkin ederek, israf, savurganlık ve lüksün zararlarını ortaya koyarak yapmaktadır. İslâm rızık gerçeği ile de kaynakların bir nevi sınırsız olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü “dünyaya gelen her canlı kendi rızkıyla gelir ve herkes kendi rızkını yer, hiç kimse kendi rızkını tüketmeden ölmez. Rızık ilâhî bir takdirdir ve Allah, yarattığı her canlı için onu garantilemiştir.” inancını telkin eder. İslâm, insana kazandırdığı bu inançla, onun hayatı endişeyle değil, güvenle karşılamasını sağlamıştır.

Sosyalist iktisadî düşünce, insanın ihtiyaçlarını en asgari seviyede ele alıp sadece onun tatmini için gerekli şeyleri hazırlamaktadır. Onun arzularına ise fazla bir değer atfetmemekte ve baskı altında tutmaktadır. Kapitalist ekonomi düşüncesi ihtiyaçları sınırsız, ihtiyacı tatmine yarayan kaynakları ise sınırlı göstererek insana hayat endişesi vermektedir. Arzularını ise terbiye etmek şöyle dursun, aksine onları kamçılayarak tüketimi had safhaya çıkarmayı, böylece kaynakların kısa zamanda tüketilmesini ve yenilerinin üretilmesini hedefler.

6– Düzenleyici Kuralların Menşei
İslâm iktisat düşüncesinin altıncı özelliği ekonomik hayatı düzenleyen kuralların menşeinin İlâhî olmasıdır. Bu, İslâm iktisadî düşüncesinin en önemli hususiyetlerden biridir. Zîrâ insanı bağlayan, yanlış yapmaktan alıkoyan şey, me’hazin (kaynağın) kutsallığıdır. Böylece ekonomik düzeni ifsad edici pek çok menfi müessirin önüne geçilmiş olur. İslâm iktisadında uygulanan düzenleyici ekonomik kuralların kaynağı İlâhî iken Kapitalist ve Sosyalist sistemlerde toplumun iktisadî düzeni için uygulanan kuralların kaynağı beşerîdir. Bu yüzden de aralarında tesir farkı vardır. 

İslâm ekonomik sistemi gereği piyasanın denetimi ve gerektiğinde müdahale İslâmî değerlerle donanmış toplumda karşılığını hemen bulur ve göstermesi gereken tesiri kalıcı olarak gösterir. Bu sebeple daha etkin ve daha uzun ömürlüdür. Oysa Sosyalist ve Kapitalist ekonomik sistemlerde piyasaya müdahale topluma dıştan ve zorla empoze edilir, tesiri de zayıf kalır. (Manan, a.g.e., s.292-293). Bu çerçevede İslâm, özgür ve düzenli bir ticaret ortamı için birtakım emirler vermiş, bu ortamı olumsuz yönde etkileyen bütün faktörleri de yasaklamıştır. Ticarette dürüstlük, zekât, öşür gibi malî infaklar emredilmiştir. İsraf, faiz, ihtikâr (stokçuluk), gabn (ticarette başkasını aldatma), telakki-i rukban (üreticiyi pazarın dışında karşılayıp malını ucuza alıp, pazarda pahalıya satma) ve insanların gözlerini boyayıcı reklâmlarla aldatma yasaktır. Allah yolundan ayrılan, namuslu ve doğru davranmayan tüccarların günahkâr oldukları ve ahirette cezalandırılacakları, doğru ve iyi olanların mükâfatlandırılacakları bildirilmiştir. (Heysemî, a.g.e., IV/72)

Sonuç
Sonuç olarak söyleyecek olursak, İslâm iktisat düşüncesi İslâm’ın kendine has inanç, amel ve ahlâk düsturlarıyla bezelidir. Bu yüzden “Müslümanların iktisadî hayatıyla onların iman ve ahlâkları arasında bir ayrım yapmak oldukça zordur.” (F. Gülen, Enginliğiyle Kendi Dünyamız, s. 233). İslâm’da iktisat düşüncesi ve bu çerçevede oluşan ekonomik sistemi, ne Kapitalizm, ne de Sosyalizm gibidir; bunlardan ayrı, kendine has maddî-mânevî faktörlerin ahenkli bir karışımından meydana gelmektedir. İslâm iktisat düşüncesine dair tespit ettiğimiz yukarıdaki özellikler Kapitalist ve Sosyalist ekonomi düşüncelerinin öğreti ve pratiklerinden tesir ve neticeleri bakımından son derece yüksektir. Sömürüye dayanan, sosyal hayatta mutlu bir azınlık ve ezilmiş bir sınıf doğuran Kapitalizm ile baskıcı ve gayri tabiî bir düzen olan Sosyalizm’in sunmuş olduğu ekonomik hayat tarzlarının İslâm’ın sunmuş olduğu dürüstlük ve kardeşlik esasına dayalı âdilane ekonomik hayat tarzından ne kadar uzak olduğu pratikte de açıkça görülebilir."

Alıntı..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder