18 Ekim 2015 Pazar

BAĞIRARAK KONUŞMAK, VÜCUDUNUZA BOMBA ATMAKTIR.!

SAYGIDEĞER İNSANLAR;
"BU YAZIYI KİMLER OKUYUP, GÖRÜŞLERİNİ BİZİMLE PAYLAŞACAK MERAK EDİYORUZ...."
....
BAĞIRARAK KONUŞMAK, VÜCUDUNUZA BOMBA ATMAKTIR.!
....
Vücutlar Mahvoluyor...
Bağırarak konuştuğumuzu sükûnetiz yüksek perdeden kelam ettiğimizi ve bununda insan vücudunu çok feci bir şekilde tahrip ettiğini Ahmet Maranki ve KOBİK Ekip'ten başka size kimse anlatmıyor....
Vücuttaki kablolarımız olan, sinir uçları, damar yapıları, stresten, öfkeden oluşan dalga ve frekans saldırılarından dolayı, çevre, şehir kalabalığından, duyamadığınız lakin var olan sanayi-elektromanyetik-elektronik terör unsurları, gürültülü, ne söylediğini bilmediği acaip beyin kontrolü-akıl tutulması-çeşit çeşit uyuşturucular yerine geçen şeytani müzikle insan kendini tahrip ediyor.
Hastalık evrenizde tv izlemeyin.Telefon ile aynı odada bile kalmayınız. Bilgisayarda ise acil okuyup çıkacak birde dostlara buradan yazacak kadar.
Hiç bir askeri birlik bir köprüden uygun adımla geçmez. Adi adım dediğimiz düzensiz adımla geçer. Geçerse ne olur diyenleri duyar gibiyim.... Avrasya koşusunda Boğaz köprüsü sallanmaya başlamıştı anonslarla vatandaşı durdurmuşlardı çünkü köprü yıkılabilirdi...
İşte, yüksek sesle konuşma, bağırma da bizim organlarımıza bomba atmak, tahrip etmektir.
Nasreddin Hoca'nın dediği gibi, insan ölünce kendi kıyametini yaşar. Ya da "Bindiğimiz Dalı Kesiyoruz."
Kimse kimseyi dinlemiyor, okumuyor, hepimiz sadece anlatma derdindeyiz. U Y A N A L I M diyoruz.... Ölü toprağı serpilmişler bile biz uyumuyoruz diyorlar... Ama uyku sarhoşu olduğunu da kabul etmiyor.
Örnek verirsek insan dakikada 20 cümleyi armoni şekliyle ifade edecek dimezyonda yaratılmıştır. Ama bakınız herkes durmadan konuşuyor konuşuyor. 30-40-50 cümle kurmaya çalışıyor nefes almamacasına..
Sonuç; akciğer, kalp, böbrek sistemler gitti.
RABBİM vallahi bizi çok seviyor ve koruyor. Rahmetinin farkına varalım.
100 yıl evvel insan vücudu kadar tahrip olsaydı 15-20 yaşlarında hayata veda ederlerdi.
Fakat biz kendi kendimize o kadar çok saldırı yapıyoruz ki, 15.000 kimyasalı gıda diye yiyoruz.
Işınlanmış tohumlar, ilaçlanmış hububatlar, şekerler, katkılar, Dağlarda gezen hayvanlar, bitkiler, kuşlar bile ton zehir yutmakta. Ve o dağlarda gezen hayvanın etlerini yiyoruz. Saten ahırlarda, küleslerde, çiftliklerdekinin hali malum...
Kim nerede ne yiyor bilmiyoruz! Şahsen hala İnebolu'dayım, bilmediğim yerde et yemiyorum. Tavuk başlı başına bir insanlık dramı evime sokmuyorum.
Köy tavuğu bulursam dostlarla yemeye çalışıyorum.
Savunmasızız.... Hastanelerin acil servislerinde ülke nüfusundan daha fazla sayıda büşvuru var... ALLAHIM bizler koru....O kadar çok masraf ediyoruz ki... Haddi hesabı yok... Meyvanın küçüğünü kurtlusunu arıyorum. Kim bir şeyin reklamını yapıyorsa almamaya çalışıyorum. Ambalaj ve fabrikasyon yoğurt başta meyve suları diye sunulanları dahil tüketmiyoruz.
Çoğumuz Tereyağ vaziyeti, zeytin yağı gibi üste çıkıyoruz. Bizler baştan 5 satır okur büyük keramet ehliyiz ya..... Tamamını okumaya gerek duymadan, hemen anlayıp yorum bile yaparız...
20 saniye sonra biz.
Muazzam bir varyasyonlarla mahfedilmeye çalışılan bu millet artık ayağa kalksın, okuyalım, araştıralım. dedikodu boş iş dışında MİLLİ beyin enerjilerimizi birleştirerek okuyup anlayalım...
....
Sonuç; BÜYÜK KURUMLARI YÖNETMESİ İÇİN TESLİM ETTİĞİMİZ İNSANLAR, MARKETTE SATILAN HORMONLU, AYNI BOYDA, AYNI RENKTE "Salatalık" GİBİ NİTELİKSİZ, YÖNETECEĞİ İNSANLAR ARAMAKTA. NE İSTİŞARE VAR, NE İLİME, BİLİME, TECRÜBEYE SAYGILARI VAR. (Teşbihte hata aramayınız.) Bugün ülkemizde 100 yıllık sanayi kurumları yoktur. Bırakınız 100 yılı elli yıllık kurum sayısı bir elin parmağı kadar yok. Bir şirketin ömrü, kurucusunun ölümü ile sona erip, kapısına kilit vurmuyor mu? Acaba neden!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder