18 Kasım 2015 Çarşamba

Akıl hastalıklarının tedavisinde dua..

Akıl hastalıklarının tedavisinde dua
Dinî ve mânevî çöküntülerin önüne geçilmesinin, ruhî rahatsızlıkların tedavi sürecini hızlandıracağı ve olumlu tesirde bulunacağı yönünde araştırmalar vardır. Bunlardan biri, David ve Susan Larson'un27 Los Angeles'de 400 hasta üzerinde yaptığı araştırmadır. Buna göre, % 60'ı dua olmak üzere dinî hayatın güçlendirilmesiyle, obsesif-kompulsif (takıntı-saplantı), aşırı hassasiyet, fobik anksiyete (korkuya dayalı endişe), paranoyak düşünceler, psikotik durumlar ve genel hastalık belirtilerinin azaldığı tespit edilmiştir. 

Carson ve Huss'un28 dua ve şizofreni arasındaki münasebeti belirlemek için yaptıkları çalışma, duanın tesirlerini görmek bakımından mânâlıdır. Onlar, 20 kronik şizofren hastaya birer yardımcı vererek iki gruba ayırdı. Grubun biri bakıcılarıyla beraber dua etmeye ve mukaddes kitaplardan okumalar yapmaya gönüllü olurken, diğer grup duasız bir tedavi aldı. On hafta sonrasında dua eden ve edilen grupta duygularını belli etme kabiliyetinde artma, hayatlarındaki değişimler hakkında daha pozitif bir bakış açısı ve bedenî şikâyetlerinde azalmalar gözlendi. Benzer bir çalışmada şizofrenik halüsinasyonlarla başa çıkma ile dinî faaliyetler arasındaki münasebet incelenmiş; dua eden, dinî kitaplardan bölümler okuyan ve dinleyen Suudi hastaların, diğer başa çıkma metodu kullanan İngiliz hastalardan daha mantıklı bir tutum içinde oldukları tespit edilmiştir.29

Duanın ruh sağlığına olumlu katkıda bulunması, duanın samimiyet derecesine de bağlıdır. Duanın, kabul edilme şartlarından birisi olan samimiyetle ve Allah'a yakın olmakla alâkalı olduğunu gösteren önemli bir çalışmada, Allah'a bağlılığı zayıf olan kişilerin sık dua etmesi psikopatolojik belirtileri azaltmazken Allah'a sevgiyle bağlı olan kişilerde sık dua etmenin psikopatolojik belirtileri azalttığı tespit edilmiştir. Bu araştırmalar, Allah'a içtenlikle bağlanan, samimi olarak dua ve ibadet yapan insanların, bedenen ve ruhen daha sağlıklı olduğunu göstermektedir.31 Daha sık dua edenlerin akıl ve ruh sağlığının daha iyi olduğu başka araştırmalarda da ortaya konmuştur.32,33 

Mânevîyatın, ağır ruhî bozukluklarla muzdarip birçok insanın hayatında önemli yeri olduğu, fakat buna rağmen birçok klinisyenin hastalarının dinî durumlarını ihmal ettikleri tespit edilmiştir. İsviçre ve Quebec'te 221 poliklinik ve 57 klinisyenle din ve mânevîyat üzerine bir değerlendirme yapılmış; hastaların çoğunluğu, dinin, hayatlarında önemli bir yer tuttuğunu belirtmiştir. Klinisyenlerin çoğunun ise, hastalarının dinî yönünden haberdar olmadığı, hattâ hastalar mânevî konularla rahatladıklarını ifade etseler bile ilgilenmedikleri ortaya çıkmıştır.34

Kronik ve cerrahî hastalıkların tedavisinde dua
Yüksek tansiyon: Geleneksel veya mânevî inanç ve faaliyetlerin hipertansiyonla münasebeti, klinik deneylerle tespit edilmeye çalışılmıştır. Duanın kan basıncının normalleşmesini sağladığına ve ağrıyı azalttığına dâir çalışmaların olduğu ifade edilmektedir.35 Meselâ, Brown'ın[36] araştırması, duanın hipertansiyon tedavisindeki olumlu katkısına dikkat çekmektedir. Benzer şekilde dua ile kas geriliminin de azaldığı tespit edilmiştir.37 

Kanser hastaları: Kanser hastalarının iyileşmesinde önemli bir unsur olarak görülen moral ve motivasyon, hastanın inancı ve dindar çevresi tarafından sağlanabilir. Buna göre, iyimser duygulara sahip olan hasta, depresyondan ve stresten uzak duracak, böylece hastalığın iyileşme hızı da artacaktır. Son dönemde, 162 AIDS ve kanser hastası ile yapılan bir araştırmada19 mânevî ihtiyaçlarının farkında olan ve dinî vecibelerini düzenli olarak yerine getirenlerde, daha az depresyon belirtisi görülmüştür. Bir başka araştırmada38 da dua edenlerde kanserin tesirlerinin azalabileceği gözlenmiştir.

Ameliyat sonu iyileşme: Dindarların cerrahî müdahalelerden sonra iyileşme nispeti, dindar olmayanlara göre daha fazladır. Kalbinden cerrahî operasyon geçiren yaşlı erkek hastalar üzerinde yapılan bir çalışmada, dinî vazifelerini düzenli yerine getirenlerde, getirmeyenlere göre ameliyat sonrası hastanede kalma süresinin % 20 daha az olduğu, başka bir çalışmada da, kalça kırığı operasyonu sonrası, ibadethaneye düzenli devam eden kadınların, etmeyenlere nispetle daha kısa sürede ayağa kalktıkları ve daha az depresyon yaşadıkları bulunmuştur.20,30 Ülkemizde Kılıç'ın39 araştırmasında, hastaların endişelerinin giderilmesi için hemşireden yardım istedikleri, buna göre hemşirelerin bakım verirken mânevî yönü dikkate almaları gerektiği vurgulanmıştır.

Kalb hastaları: Anjiyoplasti operasyonu boyunca kendileri için dua edilen hastaların daha az komplikasyon geçirdikleri, altı ay içinde ölüm nispetinin daha düşük olduğu tespit edilmiştir.40 Kansas St. Luke's Hastanesi'nde beş din adamınca, hastanede tedavi gören 990 kalb hastasının 466'sına dua edilmiş, kendileri için dua edilen hastaların dua edilmeyenlere nazaran % 11 nispetinde daha çabuk iyileştiği ve rahatsızlık belirtilerinin azaldığı gözlemlenmiştir. Hastalar kendilerine dua edildiğini bilmiyordu ve dua edenler de hastaları tanımıyordu ve hiç karşılaşmadılar. Bu netice, gıyabi duanın standart tıbbî bakım için tesirli bir yardımcı unsur olabileceğini düşündürmektedir.41 Yıl boyunca koroner bakım ünitesine başvuran 393 Yahudi-Hristiyan hastanın 192'sine gıyaben dua edildi, 201'ine ise edilmedi. Hastanede iken dua edilen grupta hastalığın seyri çok daha hafifti. Dua edilmeyen grupta ise, dua edilenlere göre daha sık solunum desteği, daha çok antibiyotik ve diüretik (idrar söktürücü) ilâç gerekli oldu. Bu veriler de, koroner bakım ünitesine başvuran hastalarda duanın iyileştirici rolünü ortaya koymaktadır.16

Engelli hastalar: Johnstone ve arkadaşlarının22 bir araştırmasında engeli/sakatlığı olanlar için de, problemleriyle baş etmede dinî duygu ve mânevîyatın çok önemli bir faktör olduğu ortaya konmuştur. Neticede, rehabilitasyon profesyonelliği ile ilgili olarak dinî başa çıkma stratejilerinin geliştirilmesi, dinî konularla ilgili rehabilitasyon uzmanı yetiştirilmesi gibi pratik teklifler sıralanmıştır.

Migren: Mânevî telkin yapılan migren hastalarında diğerlerine göre iki aylık müdahale ve takip boyunca hem migren baş ağrısı, anksiyete ve depresyon sıklığının daha fazla azaldığı, hem de ağrıya toleransın daha fazla arttığı gösterilmiştir.42 

Netice
Tıp dünyasında yapılan objektif araştırmalar, duanın insan psikolojisi ve fizyolojisi üzerinde birtakım pozitif değişiklikler meydana getirdiğini göstermektedir. Ayrıca duanın hiçbir olumsuz yan tesiri de yoktur. Araştırmaların hiçbirinde dua edilen grup, edilmeyenlerden daha kötü netice göstermemiştir. Burada dikkat çekmek istediğimiz husus, hastalık, sağlık gibi insanların tamamen söz sahibi olamadığı ve çoğumuzun alın yazısı olarak tabir ettiği durumlarda dua edilmesinin, Yüce Allah'ın izniyle bazı müspet değişmelere vesile olabilmesidir. İmanın ve duanın hastaların üzerindeki olumlu tesiri ve tedavi sürecini hızlandırması doktorların da dikkatlerini çeken ve tavsiye ettikleri bir konudur. 

Ruhsal hastalıkların tedavisinde dini değerlerin rolü var mıdır?

Ruhsal hastalıkların tedavisinde dini değerlerin rolü var mıdır?
Psikiyatride bu konu şu başlıklar altında incelenir.
"Kültüre bağlı destekleyici özellikler"
Size ABD‘den bir örnek vermek istiyorum. 1960 yılında ABD Pensilvanya eyaletinin Roseto kasabasında bir araştırma yapılıyor. Bu kasabanın özelliği Amerika geneline göre koroner kalp hastalıkları, kalp krizi ve mide hastalıkları çok az. ABD genelinde kalp krizinden ölüm oranı 1000 kişide 3,5 iken bu kasabada 1000 kişide bir oranında çıkıyor. Bunun nedenini bulmak için beslenme alışkanlıklarından yaşam tarzlarına kadar pek çok konu araştırılıyor.
Bu kasabanın şu özellikleri saptanıyor : Buraya henüz hızlı yaşantı tarzı girmemiş. Tüketim çılgınlığı yok. Aile destekleri çok güçlü. Geleneksel değerlere çok önem veriliyor. Yaşlılar aile içerisinde çok saygı ve sevgi görüyor. 10 yıl  sonra aynı araştırma tekrarlanıyor. Cadillac arabalar, hızlı yaşantı tarzına girmiş olan 55 yaş grubunda Koroner Kalp hastalıklarının arttığı gözlemleniyor.
Bilimsel sonuç olarak “Kültür ve geleneklere bağlı koruyucu desteklerin azalması  sonucu  kalp hastalıkları artmıştır” raporu veriliyor. İnsanların daha fazla stresli olmalarının bu sonucu doğurduğu kanısına varılıyor.
Görüldüğü gibi dini değerler kişinin kendisi ile barışık olmasını, beklentilerini gerçekçi düzeyde tutmasını, yetinme duygusunu geliştirmesi, strese dayanma gücü sabır eğitimi gibi kazanımlar sağlayarak toplum sağlığına fayda sağlamaktadır.
Dua ve ibadetin Psikiyatrik hastalıklarda tedaviye katkısı ne olabilir ?
Bilindiği gibi Dua iki kısımdır. Birincisi fiilli duadır. Yani öğrencinin çalışması, çiftçinin  tarlasını sürmesi, hastanın ilaç alması  gibi, ikinci kısım dua ise sözlü duadır.
Psikiyatrik bir hasta önce kesinlikle fiili dua olan ilacını kullanması gerekir. Daha sonra  kendi inanç sistemine göre dua ve manevi yardım yardım  arzuluyor ise bunun üç faydası olur. Problemleri kelimelerle ifade etmeye olanak verir. Problemleri karışık ve belirsiz olmaktan kurtarır.
Dua, kişiye yükünün  paylaşıldığı, yalnız olmadığı duygusunu verir.
En çaresiz ve ümitsiz durumlarda her şeyi bilen, her şeyi duyan ve her işe gücü yeten  bir kudrete inanmak ve sığınmak  ve güvenmek o kişiye sakinlik ve huzur  verir. Güven duygusunun gelişmesine ve korkularını yenmesine yardımcı olur. Şurası kesindir ki insan doğaya hakim değildir. Midesini, kalbini bile yönetememektedir. O halde gerçek sahibinden yardım istemesi ona güç verecektir. Çaresiz kişi pasiftir, bir şey yapamamaktadır. İşte Dua böylece “yapmak” konusunda ona bir adım atma kolaylığı sağlamaktadır.
Türkiye’ de hastaları sömüren hoca sektörü için ne diyorsunuz?
Bu maalesef Türkiye’nin acı bir gerçeğidir. Bize gelen hastaların % 80–90 ‘ı hocadan geçmeden gelmiyorlar. Gelen 10 hastanın da  6-7’ si bu Cin ve Büyü konusunu kendiliğinden  açarak sormaktadırlar.  
Burada hekimlerin iki türlü yaklaşımı vardır :
Birincisi, bunlar batıl şeyler, bilim kabul etmiyor diyerek hastayı  reddetmektedir. Bu yaklaşım hasta ile iletişimi koparıcı niteliktedir. Hekim, bilim ve toplum arasında köprü niteliğindeki bir insandır, halkın  dini, değerlerini, gerçeklerini, kültürüne özgü özelliklerini bilmesi ve anlaması gerekmektedir.  Bu durumda kültürel yapısı hekim
Tarafından dikkate alınmayan  hasta gizli olarak hocaya devam etmekte, kötü niyetli hocaların  telkinine daha açık hale gelmektedir.
İkinci yaklaşım : Dini referansları kullanarak bilimle dinin çatışmadığını, fiili dua
olan ilaç kullanımının bırakılmaması gerektiğini vurgulamaktır. Hocaya gitmenin hastanın kendi tercihi olduğu dua ve ibadetin insan psikolojisine fayda sağlayıcı yönlerinin olduğunu belirtmektir. Dini kaynaklara göre hoca hoca dolaşmanın önerilmediği, her işi başkasına havale etme kolaycılığının dua konusunda uygulanmaması gerektiği, başkasına dua ettirmek yerine insanın yaratıcısına kendisinin el açmasının daha doğru olacağı, Tevhid dini olan İslamiyetinde zaten bunu önerdiğinin anlatılmasıdır.  
İkinci yaklaşım dini duyarlılığı olan insanları daha kolay ikna etmekte ve Cinci Hoca sömürüsüne insanlarımızın düşmemesini sağlamaktadır.  
Görüldüğü gibi akla ve bilime inanan bir hekim hastanın kültürel değerlerine saygı duyarsa  bu tartışmalar sona erecektir.


Neden “İslâm”?

Her ferd ve toplum kendi seçtiklerinin sonuçlarını yaşar. Kim olursanız olun içinde yaşadığınız toplumun seçiminin sonuçlarını yaşarsınız.
Yapısal ayrıcalıklarınız, içinde yaşadığınız çevrenin yaptıklarının getirisinden uzak kalmanızı sağlamaz. Eylemsiz yakınma kendini avutmadır.
Kendini avutma ve tatminsel davranış ve konuşmalar beynin basınç supabının atmasıdır. Bu olmazsa kişide ‪#‎psikosomatik sıkıntılar baş gösterir.
‪#‎Depresyon ve mania gerçekte beynin çözüm sıkıntısı yaşaması sonucudur. Çözümsüzlük ya kendini kitler yada taşkınlıkla boşalma arayışı getirir.
Pekçok psikosomatik hastalığın çözümü ‪#‎Allah'a iman ve takdire teslimiyettedir.‪#‎Huzur; ‪#‎iman, teslimiyet ve rızadadır! Zaten elden ötesi gelmez.
Neden İslâm?
“İslâm” nedir?
Neden “İslâm”?
“İslâm” kelimesi, kullanım alanı olarak iki mânâdan kaynaklanıyor;
1. Selâmete çıkma, selâmete erme anlamına…
2. Teslim olmak anlamına...
İslâm’ı anlamak için, öncelikle “Hz. Muhammed Neyi OKUDU?” isimli kitabımızda anlattığımız bir biçimde “İkra”-“Oku” diye başlayan, ilk âyetlerin mânâsını anlamak gerek. Bundan sonradır ki, İslâm’ın ne olduğunu anlamak daha kolay olur.
Niçin İslâm?
“İslâm”; selâmet bulma, selâmete erme, “Selâm” isminin mânâsının sizde açığa çıkması anlamında!
“Allâh”ın “Selâm” isminin mânâsı ortaya çıktığı zaman kişi, bir kısım ilâhî isimlerin mânâsıyla tahakkuk etmek suretiyle, “cennet yaşamı” dediğimiz yaşama geçer.
“KESİNLİKLE ALLÂH İNDÎNDE DİN İSLÂM’DIR...” (3.Âl-u İmran: 19)
Diyor Kur’ân!..
“KESİNLİKLE ALLÂH İNDÎNDE DİN İSLÂM’DIR.” (3:19)
Din, “ALLÂH HÜKÜMLERİ bütünü”dür; “ALLÂH DÜZENİ”dir; "ALLÂH SİSTEMİ”dir!
Buradaki “ilâhî sistem” ve “ilâhî düzen” kavramlarını yanlış anlamayalım!.. Beşerî düzenlerle, sosyal-siyasî düzenlerle, siyasî rejimlerle buradaki düzen kelimesini karıştırmayalım.
“ALLÂH SİSTEMİ” dediğimiz zaman, olayı kelime şekliyle, şeriat yönüyle de ele almayalım!
Bu öyle bir düzendir ki, Kur’ân bize bu sistemin HER AN, her zerrede yürürlükte olduğunu birçok yerinde vurguluyor.
“...VE LEN TECİDE Lİ SÜNNETİLLÂHİ TEBDİYLA”
“...SÜNNETULLÂH’TA (Allâh’ın yaratış sisteminde) ASLA DEĞİŞME BULAMAZSIN!” (48.Feth: 23)
Âyeti, bu genel düzeni ve sistemi anlatıyor.
Yani ister nebat, ister hayvan, ister insan, ister melek, ister cin olsun, tüm varlıklar bu genel sistem içinde kendi varoluş gayelerine uygun olarak görevlerini meydana getirmektedirler!
“KESİNLİKLE ALLÂH İNDÎNDE DİN İSLÂM’DIR!”
Âyetinde de işaret edilen mânâ, tüm varlıkların bu “doğal ve zorunlu teslimiyeti”dir...
Yani bir diğer ifadesiyle;
Evren tüm içindekileriyle ALLÂH’a teslim hâldedir!..
KESİNLİKLE TÜM VARLIKLAR ALLÂH’A TESLİMDİR; Kİ BU, GERÇEK DİNDİR!
Var olan hiçbir varlık, hakikati itibarıyla, esası itibarıyla Allâh’a isyan edemez, âsi olamaz.
İblis’in Allâh’a isyanı dahi, ezelî görevi ve varoluş programının sonucudur!.. Çünkü varoluş mertebelerinde, birçok varlıkların, kendi görevlerini yapmaları veya imtihana tâbi tutulmaları, cinler aracılığıyla olacaktır.
Eğer İblis’in o isyan dediğimiz hâli olmasa, ne Âdem cennet yaşamından ayrı düşer; ne insanlar madde bedenin getirdiği sıkıntı ve zorluklara düşer; ne de insanların geçmişteki cennet hâlinden çok daha ileri boyutlarda olan özlerindeki ilâhî gücü ortaya çıkarma çalışmaları var olurdu!..
Çünkü, zaten Âdem, cennet yaşamı içinde iken bugün hedeflediğimiz, istediğimiz şeylerin bir kısmına sahipti... Yani, o bir kısım ilâhî güçlerle tahakkuk ediyordu!
Cennette herkesin her istediği olacaktır!
Âdem’in de cennette hemen her istediği oluyordu!
Ancak şu farkla ki...
Âdem (aleyhisselâm) yeryüzünde yaratılmıştı!..
“Rabbin meleklere: ‘Ben arzda (bedende) bir halife (Esmâ mertebesinin farkındalığıyla yaşayan şuur sahibi) meydana getireceğim’ dedi…” (2.Bakara: 30)âyeti de, Onun yeryüzünde varoluşunun apaçık ispatıdır!
Bizler gibi bir madde bedeni mevcuttu!.. Bu sebeple de bulunduğu yere “yeryüzü cenneti” denmekteydi!
Ancak yeryüzünde yaşamasına rağmen, bizim bugün elde edemediğimiz ilâhî kuvvelerle, pek çok isteklerini gerçekleştirebiliyordu...
Çünkü kendisindeki ilâhî güçlerin açığa çıkmasını engelleyen “VEHİM” duygusu oluşmamıştı!
VEHİM duygusu insanda mevcut bulunan en büyük şerr güçtür!
Var olmayan ya da var olması mümkün olmayan şeyleri imkân dâhilinde göstererek bilinci âdeta esir eder! Tüm korkuların, endişelerin, sıkıntıların kökeninde vehim yatar!
“Negatif varsayım” diye günümüz diline çevirebileceğimiz bu deyimin insan yaşamındaki yeri, hiç kimsenin tahmin edemeyeceği kadar büyüktür!
Eğer kişi VEHİM duygusunu kontrol altına alabilirse, yaşamı âdeta cennet yaşamına döner... Buna karşılık insan, vehminin esiri olursa, yaşamı artık bir cehennemdir!
Var olmayanı varsandıran; var olanı da görmezlikten getiren kuvvettir “VEHİM”!
İnsan, VEHİM hükmü altına girmemiş bir akılla herhangi bir şey düşünüp, o şeyi yapmaya karar verirse; ve bu hususta da azîmli olursa, normal şartlara göre imkânsız olan o şeyi mümkün hâle getirebilir!
Ve sanki bir madde bedeni yokmuşcasına özgür bir yaşam sürebilir... Sanki cennetteymişcesine!..
İşte yeryüzünde yaratılmış olan Âdem (aleyhisselâm) da, VEHİM duygusunu tatmadan yaşadığı için, bulunduğu ortam “yeryüzü cenneti” olarak tanımlanıyordu...
Şu gördüğümüz, içinde yaşadığımız nizam, gerçeği itibarıyla, ilâhî hükmün aşikâre çıktığı bir nizam ve düzendir.
Kâinatın ve evren içindeki her birim...
Dikkat edin, burada “birim” kelimesi özellikle üzerinde durulması gereken bir kelimedir; zira insan, melek, cin, hayvan, nebat hep “birim” kelimesinin içine girer...
Evet, her birim, gerçek mânâsıyla ALLÂH’a kulluk hâlindedir. İnsanlar ve cinler için zaten bu, Kurân’da çok açık ve seçik vurgulanmıştır.
Ben cini ve insi yalnızca (Esmâ özelliklerimi açığa çıkarmak suretiyle) kulluk etmeleri için yarattım! (51.Zâriyat: 56)
Allâh’ın bir gaye için yarattığının, o gayeye hizmet vermemesi mümkün değildir!.. Muhaldir!
Dikkat ediniz, buradaki âyette hiçbir sınırlama yoktur!..
“Müminleri kulluk etsinler diye yarattım” demiyor!.. “Sadece insanları...” da demiyor!..
“Cinleri...” diyor.
“Cinleri...” dediği zaman, “şeytan ve İblis” tavsifleriyle anlatılan tüm cinler dahi bunun içine giriyor!
Melekler,zaten mutlak kulluk hâlinde!.. Bütün melekler doğal olarak ALLÂH hükümlerinin gereğini uyguluyor, yerine getiriyor... Onlar için zaten tartışma yok.
“İnsanlar ve cinler” için, acaba kulluğu yerine getiriyor mu getirmiyor mu tartışması var! Hâlbuki bu tartışma da abes!
Âyet var ‪#‎Kuran-ı Kerîm’de!
Âyete göre “İNS” ve “CİN” türleri istisnasız ve sınırlamasız hepsi de ALLÂH’a kulluk etmeleri için yaratılmıştır.
ALLÂH bir nesneyi, bir birimi ne iş için yaratmışsa, o birim yaratılış gayesinin gereğini mutlaka, olduğu gibi yerine getirecektir! Bunda hiçbir tereddüt yoktur!
İşte bu yüzdendir ki, Allâh muradına uygun olarak yaratılmış olan bütün varlıklar, Allâh’ın dileğine uygun olarak, gereken fiilleri ortaya koymaktadırlar.
Bu “Din”dir ve “İslâm”dır.
Onun içindir ki âyette: “Kesinlikle Allâh indînde din İslâm’dır” denmiştir.
Ve ayrıca vurgulanmıştır ki:
Kim İslâm’dan (teslim olunmuşluğun idrakından) başka bir Din (sistem ve düzen) arayışındaysa, bu geçersizdir! Sonsuz gelecek sürecinde de hüsrana uğrayanlardan olur. (3.Âl-U İmran: 85)
Allâh kimin derûnunu İslâm’ı kavrayacak şekilde genişletti ise, o Rabbinden bir nûr üzere değil midir? Allâh’ın zikrinden (hatırlattığından) kalpleri kasavetlenene (içleri sıkılıp bunalanlara) yazıklar olsun! İşte onlar apaçık şekilde (hakikatten) sapmayı yaşamaktadırlar! (39.Zümer: 22)
Evet, “İslâm”ı gerçek anlamıyla kavrayabilmek son derece büyük ve önemli bir iştir; ki Rabbinden kendisinde açığa çıkan bu “NÛR” yani gerçeği fark etme-kavrama gücü, kişiyi evrensel sistemi tanıma noktasına ulaştırır!
Şimdi biz âyetleri anlamak için incelerken, öncelikle şunun üzerinde çok duracağız... Âyetin başında ve sonunda herhangi bir sınırlama, bir istisna var mı, yok mu?.. Önce buna bakacağız!
Mesela:
“‘HÛ’ Kİ SİZİ ARZDA HALİFELER OLARAK MEYDANA GETİREN…” (35.Fâtır: 39)
Derken insanın halifeliğini “arz-yeryüzü” ile sınırlıyor! Yeryüzünde halife! Burada bir sınırlama var!
Fakat, “Kesinlikle Allâh indînde Din İslâm”dır derken, orada bir sınırlama bir kayıt yok... Yani, Dünya’da veya falanca galakside demiyor!
“İslâm”, Dünya’da sadece belli bir kavmin veya insan topluluğunun dini değil; kâinatta geçerli olan nizam, ilâhî düzendir!
Nerede?..
Dünya’da da! Dünya’nın içinde bulunduğu Güneş sisteminde de! Diğer galaksilerde de!
Kâinatın tamamında yani bütün bu evrenin tüm yapısında, her zerrede, her noktada bütün varlıklar Allâh’a teslimdirler! Burada kesin olarak işte bunu vurguluyor!
Yalnız burada gözden kaçırmamamız gereken nokta şudur:
“Bütün varlıklar Allâh’a teslim olmuş vaziyettedirler” derken, birimler kendi özgür iradeleriyle “Allâh”a teslim olmuş, değil!
Birim, “FITRATIYLA” yani varoluş şekli ve programıyla Allâh’a teslim olarak yaratılmıştır zaten!..
Birim, Allâh’ın indînde, dilemesine uygun olarak meydana getirilmiştir Allâh tarafından...
“FITRATIYLA” meydana getirildiği için de, teslim olmuş durumdadır! Yani, birimin teslimiyeti dediğimiz, “Allâh’a teslim olma hâli” dediğimiz, içinde bulunduğu hâl, varoluşundan yani “fıtrat”ından meydana geliyor otomatikman!..
Yapısından, nüvesinden, özünden meydana geliyor!
İşte bunu izah içindir ki Hz. Rasûlullâh:
“Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzere doğar” demiştir[1].
Olaya yüzeysel bakanlar diyor ki; “Müslümanlığı kabule istidatlı olarak doğar her doğan çocuk”!
Hayır! Olayı yalnızca “müslümanlık”la kısıtlayarak dar anlamda almayalım!
Her doğan çocuk; ki bunu bebek diye de; veya geniş kapsamlı olarak kâinatta var olan her varlık diye de anlamak mümkündür... İslâm fıtratı üzere doğar, yani İslâm kelimesinin açıkladığı mânâda, programlanmış olarak meydana gelir.
Nitekim başka bir âyet:
De ki: “Herkes yaratılış programı (fıtratı - şâkılesi) doğrultusunda fiiller ortaya koyar! İşte bu yüzden (Fâtır’ınız olan) Rabbiniz yol itibarıyla kimin hakikat yolunda olduğunu en iyi bilendir!” (17.İsra': 84)
Âyette geçen “ŞÂKILE”, daha önce izah ettiğimiz, “FITRAT’ın oluşturduğu programın doğrultusu”, anlamındadır...
İşte bu husus, “İslâm”ı açıklar.
Yani, var olan bütün birimler; “KESİNLİKLE ALLÂH İNDÎNDE DİN İSLÂM’DIR!” hükmünce meydana gelmiştir.
Bu yüzdendir ki “İslâm”, Dünya’da sadece belli bir kavmin veya insan topluluğunun dini değil; kâinatta geçerli olan nizam, ilâhî düzendir!
Şayet bunu anlayabildiysek, artık “İslâm”ı dar mânâda sadece belli ölçülerle, şekillerle kayıt altına almayalım!
“İslâm”; Allâh’ın, dilediği mânâları ortaya koymak üzere, kâinatta mevcut tüm birimleri kendi ilmiyle, ilminden, dilediği yapı ve özelliklerle; dolayısıyla da kendine “TESLİM” bir hâlde halketmesi; ve birimlerin de bu gayeye yönelik davranışları doğal olarak ortaya koymalarıdır.
Bu durumda bir kişinin “İslâm”ı fark ve kabul etmesinin doğal sonucu olarak ne yapması gerekir?
AHMED HULÛSİ
1993


ALLÂH bir birimi ne iş için yaratmışsa, o birim yaratılış gayesinin gereğini mutlaka, olduğu gibi yerine getirecektir!
AHMEDHULUSİ.ORG


BORÇLARDAN KURTULMA DUASI:::::

BORÇLARDAN KURTULMA DUASI::::::::::::::::
Resulullah efendimiz, bir gün mescide girdi ve Ensar’dan Ebu Ümâme’ye rastladı ve kendisine, 
(Yâ Ebâ Ümâme! Ne diye, namaz vaktinin dışında seni mescitte oturur halde görüyorum?)
diye sordu. Ebu Ümâme, 
(Beni saran dertler ve borçlar yüzünden yâ Resulallah) 
dedi. Resulullah, 
(Sana bir dua öğreteyim, bunu okuduğun zaman, Allah derdine devâ verir, borcunu ödettirir. Sabah ve akşam bu duayı oku) buyurdu.
Dua şöyledir:
(Allahümme innî eûzü bike minel-hemmi vel-hazen ve eûzü bike minel-aczi vel-kesel ve eûzü bike minel-cübni vel-buhl ve eûzü bike min galebetid-deyni ve kahrir-ricâl.)
[Yâ Rabbi, kederden, dertten, âcizlikten, tembellikten, korkudan, cimrilikten, borcumu ödeyememekten ve insanların kahrından sana sığınırım!]
Ebu Ümâme hazretleri buyurdu ki:

17 Kasım 2015 Salı

Namaz ve beyin

Namazın Beyin Dalgaları Üzerine Tesiri ve Otonom Sinir Sistemi ile Münasebeti) başlıklı makalede, namaz kılmanın beyin ve kalb sağlığına faydaları anlatılmış. Makalede ayrıca namaz kılmanın, sempatik sinir sisteminin tesirini azalttığına, parasempatik sistemin vücuttaki tesirlerini artırdığına vurgu yapılıyor. Sempatik sistem, kalbi hızlı çalıştırıp tansiyonu yükseltirken; parasempatik sistem, tam aksine kalbi yavaşlatıp tansiyonu düşürür. Genel olarak, sempatik sistemi baskın olan insanlar erken ölürken, parasempatik sistemi baskın kişiler, Allah'ın izniyle, istatistikî olarak daha uzun yaşar. Makaleye göre; namaz, bedenî ve ruhî rahatlamaya vesile olmakta, endişeyi azaltmakta; dolayısıyla kalb, damar ve beyin sağlığı için oldukça faydalı olmaktadır.

İnternet beynimizi nasıl etkiliyor?

İnternet beynimizi nasıl etkiliyor?

int1
Modern dünyanın yaşamımıza soktuğu yeni kaygılar var. Artık sadece ruh sağlığımızı ya da kilomuzu düşünmek yetmiyor, beyin sağlığımızı da düşünmek gerekiyor. En azından gazete başlıkları böyle diyor. Mesajlaşma beynimizdeki dikkat merkezlerini yıpratıyor mu? Facebook, Twitter ve diğer sosyal medya araçları bizi normal insan ilişkilerinden uzaklaştırıyor mu? E-posta kullanımının da kokain gibi bağımlılık yapıcı kimyasallar sağladığı doğru mu?
Bu tür kaygıların artmasından yararlanan bir kesim de var. Kitapçı rafları artık beyin eğitici kitaplar ve oyunlarla da dolu. Bunların hepsi de size beynin algı gücünün bir kas gibi eğitilebileceğini vaat ediyor.
Peki doğru mu bu iddialar? Sudoku bulmacaları insan türünün, dikkat eksikliği çeken, sosyal olarak fonksiyonunu yitirmiş, e-posta bağımlısı yarı insan-yarı akıllı telefona dönüşmesini önleyecek tek şey mi?
Bu konudaki iyi haberleri vermeden önce kötü haberden başlamak en iyisi olacak.
Gerçek şu ki, yaptığımız her şey beynimizde değişime yol açıyor. En ufak bir düşünceden tutun da en büyük deneyime kadar her şey sinir ağlarımızda yeni bağlantılara ve kopmalara neden oluyor. Buna internet de dahil. Ama televizyon seyretmek, çay içmek, temizlik yapmayı düşünmek vb. de. Beynimiz, ne şekilde yaşadığımızın izleriyle doludur.

Yeniye şüpheyle bakmak

int2
İnternet konusundaki endişeler, toplumlarda yeni teknolojiye karşı beliren tepkinin bir parçasıdır. Kitaplar yaygınlaştığında da benzer kaygılar ifade edilmişti. Antik Yunan’da ise Sokrates, gençlerin hatırlama becerisine zarar vereceği gerekçesiyle yazıya karşı kaygılarını dile getirmişti. Televizyon ve telefon ilk ortaya çıktığında da benzer endişeler sıralandı. Bu yeni teknolojiler gerçekten de bizi ve yaşantımızı değiştirdi, ama felaket tellallarının öngördüğü şekilde değil.
Peki, internet beynimizi daha olağanüstü bir şekilde mi değiştiriyor. İnternetin zararlarına işaret eden sağlam veriler yok. Bazıları henüz farkına varmadığımız olumsuzlukların olabileceğine işaret ediyor. Fakat bu konuda kaygılanmıyorum. Neden mi?
Günlük yaşantımızda beynimiz üzerinde derin etkileri olan faaliyetlerde bulunuyoruz: Okumak ya da spor müsabakaları gibi. Bunları yaparken beynimizin sağlığını düşünmüyoruz. Bilim insanları, saatler boyu aynı aktivitede bulunan insanların beynini incelediğinde değişim olduğunu görüyor.
Örneğin taksi şoförlerinin beyninde, yön bulmada işe yarayan hipokampus bölgesi çok daha büyüktür. Müzisyenlerin beyinlerinde enstrüman çalmak için gerekli olan kısım büyümüştür. Öyle ki keman çalanlarda ince motor becerisi bir el için söz konusu olduğundan motor korteksin bir tarafı, piyano çalanlarda ise iki el de aktif kullanıldığından iki tarafında bombe yaratacak bir büyümedir bu.
Yani pratik yapmak beynin yapısında kesinlikle değişime neden oluyor. Peki, interneti kullanırken neyin pratiğini yapıyoruz ve bu beyinde nasıl bir değişiklik yapabilir?

Hayatınızı yaşayın

int3
Elde kesin veriler olmadıktan sonra, internet kullanımının çoğunun bilgi arama ya da iletişim amaçlı olduğunu tahmin ediyoruz. Bunun beyindeki etkisi ise soyut bilgiyi değerlendirmede daha iyi hale gelmek olabilir.
İnternet kullanımı ancak hayatımızda önemli olan başka bir beceriyi kullanmamızın önüne geçiyorsa endişe yaratmalıdır. Örneğin Facebook, arkadaşlarımızla yüz yüze görüşmemize son veriyorsa zararlı etkileri olacaktır. Fakat veriler bunun öyle olmadığını gösteriyor. Çoğumuz interneti iletişimde ek bir araç olarak kullanıyoruz, başka şeylerin yerine geçecek şekilde değil.
Yani internetin yarattığı ekstra bir riskten söz edemeyiz. İnternet öncesi hayatımıza giren televizyon gibi, kitaplar gibi o da bazı şeylerin uygulanmasında bir yol sağlıyor. Bu türden pratikler diğer alışkanlıklar gibi beynimizi değiştirecektir. Ayrıca bizler de bu sürecin bir parçasıyız; yani neyi ne kadar yapacağımız konusunda iradi kararlar verebiliriz. Bütün bunlar beynimiz üzerinde ani bir hasara yol açmayacaktır; ama bunların beynimizin ihtiyacı olan egzersiz yerine geçeceğini düşünmek de ahmaklık olur. İnternetin sunduğu olanaklardan yararlanmamak da.

16 Kasım 2015 Pazartesi

Hipnozla Davranışlar Nasıl Yönlendirilir?

Hipnozla Davranışlar Nasıl Yönlendirilir?

hipnoz1
İnsanları hipnotize ederek davranışlarını yönlendirmek ne kadar mümkün?” sorusunun cevabını bulmak için bir deneye katıldım.
Londra Psikiyatri Enstitüsü’nden Psikolog Eamonn Walsh bazı ruhsal hastalıkları araştırmak için hipnoz tekniğini kullanıyor. Sağlam denekleri hipnoz yoluyla gerçeklikten koparıp normal dışı davranışlar sergileyen bir hasta olduğu konusunda ikna ederek bu hastalıkların nedenlerini ve tedavi yöntemlerini bulmaya çalışıyor.
Kendimi onun kontrolüne bırakmadan önce “hipnotize edilebilirlik” oranımı ölçtüler. Beni rahatlatıp düşünce ve davranışlarıma yön vermeye çalıştılar. Önce bir sinek vızıltısı duyacağım söylendi; sonra bir balonun kolumu yavaşça yukarı kaldıracağı. Kolumun hafiflediğini ve yukarı doğru kalktığını hissettim. Sinek vızıltısı ise yorgunluktan uykuya dalarken kafanızdan geçen görüntüler ve duyduğunuz konuşmalar gibi bir histi; gerçek olmadıklarını bildiğiniz halde görmeye ve duymaya devam ediyordunuz. Tepkilerimi değerlendirerek bana 12 üzerinden 10 puan verildi. Yani hipnotize edilebilirlik bakımından en üst yüzde 10’luk dilimde yer alıyordum.
Hipnoz sırasında insanların kendi öznel anlatımlarına dayandığınız için bu sıradaki davranışlarının ne kadar gerçek olup olmadığı, insanların rol yapıyor olma riski konusunda tartışmalar hep olmuştur.
hipnoz2
Bende ise numara yapıyormuşum gibi bir his olmamıştı. Fakat Walsh’a deneklerin bu şekilde davranma olasılığını sorduğumda kabul etti ve bu tür şüphelerin araştırma üzerine gölge düşürdüğünü söyledi.
Fakat bunları beyin taraması ile tespit etmek mümkün. Örneğin hipnotize eden kişi deneğe siyah beyaz bir fotoğrafı renkli görmesini söylediğinde, beyinde renk algısıyla ilgili bölgelerin gerçek bir olaya bakıyormuş gibi harekete geçtiği görülür. Aynı kişiden öyle yapıyormuş gibi davranması ya da hissetmesi istendiğinde ise aynı hareket gözlenmez. Bu sonuçlar birçok kişinin şüphesini gidermiştir.

Nasıl hipnotize olunur?

Araştırmacılar hipnoza neyin yol açtığını daha iyi anlar duruma geldiler. Hipnotize sırasında beynin ön (frontal) loblarının daha az aktif bir hal aldığı sanılıyor. Bu bölgeler insanın kendi istek, ihtiyaç ve güdülerine dair farkındalık durumu yaratır. Bu işlev devreden çıktığında nedenini anlamadan bazı şeyler yapmaya ve hissetmeye başlarsınız. Alkolün frontal lobun aktifliğini azalttığı, bu nedenle alkol alan kişilerin hipnotize edilebilirlik testinde daha yüksek puan kaydettiği biliniyor.
hipnoz3
Bazıları zorluk çekerken bazılarının neden bu duruma kolay geldiği sorusunda ise kalıtımın etkili olduğuna dair veriler var. Bu konuda kaydedilen derecenin ömür boyu aynı kaldığına ve IQ skoru gibi beynin temel özelliklerinden biri olduğuna inanılıyor.
Hipnozla ilgili araştırmaların bir kısmı ise bu yöntemin ağrı kesici ilaçlar yerine kullanılması konusunda yoğunlaşıyor. Ayrıca hipnozla stresin ve kanser hastalarının kemoterapi sonucu yorgunluklarının azaltılması, hassas bağırsak sendromu hastalarının tedavisi ve hatta öğrencilerin yeni beceri öğrenmesini kolaylaştırma üzerinde duruluyor.
2000’de ise araştırmalar farklı bir seyir almaya başladı. Hastaları iyileştirme yerine psikologlar sağlıklı insanlar üzerinde bazı ruhsal hastalıkların belirtilerini yaratmaya ve bu yolla bu hastalıkları daha iyi anlamaya çalışıyor.
İlk araştırmalardan biri, bilinen bir “histerik felç” vakasını sağlıklı bir insan üzerinde oluşturmayı amaçlamıştı. Bu hasta hiçbir fiziksel rahatsızlığı olmadığı halde bir bacağını oynatamıyordu. Araştırmacılar sağlam deneği hipnotize ederek benzer bir etki yaratmaya çalıştı. Bu sırada bu kişinin beyin taraması yapıldı. Tıp dergisi The Lancet’te yayımlanan sonuçlar bu kişinin beyninde “histerik felç” hastasınınki ile aynı türden aktivite gösteriyordu.

Kuruntular

hipnoz4
O günden bu yana psikologlar erotomani (sevilme kuruntusu) ve Capgras sendromu (sevdiklerinizin yerine kötü ikizlerinin geçtiği kuruntusu), aynada kendini tanımama gibi farkı türden kuruntular üzerinde duruyor.
Hipnoz yoluyla benzer kuruntuların sağlam insanlarda da oluşturulabileceği yapılan deneylerde görüldü. Hipnoz sona erdiğinde bu belirtiler de ortadan kalkıyordu.
Böylece, ciddi ruhsal hastalıkları olan hastalar üzerinde denenmeden önce bazı tedavi yöntemleri bu şekilde bilinçli yaratılan kuruntulu hastalar üzerinde uygulanarak işe yarayıp yaramadığı görülebilir.
Fakat bazı uzmanlar “histerik felç” gibi vakalarda işe yarayabilecek bu yaklaşımın, şizofreni gibi ciddi ruhsal hastalıkların karmaşık ve korkunç psikozlarını sanal hastalar üzerinde yaratmada başarılı olamayacağı kanısında.
Walsh da zaten bu hastalıkların her yönüyle hipnoza uygulanamayacağını kabul ediyor; bu hastalıklara bakışta hipnozu farklı ve tamamlayıcı bir açı olarak görüyor.
hipnoz5
Walsh hipnozla beni kontrol altına almadan önce, hareketlerini başkalarının kontrol ettiğine inanan bazı hastaların tecrübelerini paylaşıyor. Bunu anlamama yardımcı olmak için 16. yüzyıl ressamı Caravaggio’nun iki ünlü resmini gösteriyor. Bu resimlerde bir melek Aziz Matthew’a bir şeyler yazdırırken ve tanrının sözlerini fısıldarken görülüyor.
Walsh bu resimlerin bedenlerinin ele geçirildiğini düşünen hastaların halini iyi anlattığı kanısında. Bu hastalar ya başka bir varlığın kendi hareketlerini kontrol ettiğine ya da başka birinin düşüncelerini kendi kafalarına soktuklarına inanıyor. Bu düşüncelere şizofreni ve psikotik depresyon gibi ruhsal hastalıklar ya da Şamanizm gibi başka ruhları yönlendirme inancı taşıyan kültürler yol açıyor olabilir.

Hipnoz sırasındaki düşünceler

Walsh hipnoz sırasında benim de bu tür şeyler hissedeceğimi belirtti. Beni bir beyin tarayıcısı içine yerleştirip 20’den geriye doğru sayarak hipnoz durumuna soktu. Elime bir kalem kağıt verildiğinde görevim, teknisyenin bana söyleyeceği kelime ile üç farklı senaryoya uygun cümleler kurmaktı.
Senaryolar ise şöyleydi:
1) teknisyen kulağıma kelimeleri fısıldayarak onları doğrudan beynime yazacak,
2) bu kişi elimin hareketini yönlendirecek,
3) bu kişi hem elimi hem de düşüncemi tamamen kontrol edecek.
hipnoz6
Birinci senaryonun pek bir etkisi olmadı. Biraz bekledim ve sanki kelimeler birdenbire döküldü; ama benim normalde de dağınık olan düşüncelerimden çok farklı gelmedi.
Fakat Walsh hareketlerimin kontrolünü teknisyenin aldığını söylediğinde değişim çok daha belirgindi. Ellerim titreyerek mekanik bir şekilde yazıyor ve sanki parmaklarım kendi başlarına dans ediyordu. Aynı zamanda teknisyeni beyaz saçlarını arkadan bağlamış pis pis gülen kambur bir adam olarak hayal ediyor ve yanıp söner halde görüntülerini görüyordum.
Walsh teknisyenin hem hareketlerimi hem de düşüncemi kontrol ettiğini söylediği anda ise onun üzerimdeki etkisini çok daha bariz hissetmeye başlamıştım. Yazım hızlanmış ve kendimi sanki yukarıdan izliyormuşum hissi belirmişti. Ara ara teknisyenin düşünce kontrol makinesini yönetme halini işitiyordum sanki. Walsh 20’ye kadar sayıp kendime geldiğimde bu hissin tuhaflığı daha da belirginleşmişti. Ateş içinde bir rüyadan uyandıktan sonraki rahatlama hissi gelmişti sanki.
hipnoz7
Walsh’a izlenimlerimi anlattığımda bunların diğer deneklerinkiyle benzer olduğunu söyledi. Biri bu durumu “sanki elim demirden yapılmış gibiydi” şeklinde ifade etmişti. Birçoğu benim gibi teknisyeni görsel olarak gözünde canlandırmış olsa da bazıları da onu daha belirsiz gördüğünü, hatta “sanki görülebilecek bir şey değil de varlığı hissedilen bir şey” olduğunu söylemişti.

Yeni ufuklar

Bugüne kadar yapılan araştırmalar beynin farklı bölgelerindeki bazı ağların bu kuruntuların ardında yattığına işaret ediyor. Bir insan, elinin bir başka varlık tarafından kontrol edildiğine inanıyorsa o kişinin hareketlerini kontrol eden motor bölgeleri ile başkalarının eylem ve güdülerini anlamamıza yardımcı olan bölgeler arasında anormal derecede fazla bağlantılar kurulduğu görülecektir. Tersine teknisyenin yazı sırasında doğrudan düşünce yerleştirdiği söylendiğinde beynin dil bölgelerinde daha az aktivite görülmüştür – belki de kelimelerin oluşturulmasının daha az farkında oldukları için.
hipnoz8
Bazı senaryolar uygulandığında ise ‘hata tespiti’ ile ilgili alanlarda bir aktivite artışı görülmüştür. Günlük yaşantımızda bu bölgeler hareketlerimizi ve bunların nasıl gerçekleştirildiğini izler; herhangi bir sorun olduğunda (takılıp düşme gibi) ateşleme yoluyla bunu belli eder. Artan aktiflik durumu, deneklere hareketlerinin kendi kontrollerinden çıktığı hissi verebilir.
Yapılacak araştırmalarda, gerçek hastalar ile hipnozla o konuma sokulan sanal hastaların aynı beyin bölgelerinin aktif hale geldiği görülürse yeni tedavi olanakları üzerinde durulabilir. Örneğin o bölgelerdeki aktiviteyi değiştiren özel ilaçlar bulunabilir ya da beyindeki kısa devreleri düzeltmek için uyarılma yoluna başvurulabilir. Öyle ki hastaların kendi beyinsel aktivitelerini ekran üzerinde görüp düzeltmelerine olanak veren teknolojilerin yakında kullanıma girmesi bile mümkün. Bunun endişe ve dikkat eksikliği vakalarında uygulanması yakın olduğu gibi, gelecekte kuruntular için de kullanılması söz konusu olabilir.
Ruhsal hastalıkların yanı sıra bazı genel olgulara da bu yolla ışık tutulabilir. 17. yüzyılda ABD’deSalem cadı mahkemeleri sırasında görüldüğü gibi kitlesel dini histerilere kapılma olgusunu anlamada yardımcı olabilir. Ayrıca bir fikrin aklımıza düşüp davranışlarımızı nasıl yönlendirdiğini de bu yolla anlayabiliriz.