27 Temmuz 2014 Pazar

Zaman kaça?

“YAŞAMIN HAMMADDESİ OLAN ZAMAN’IN YÖNÜ ve DEĞERİ”

·         İnsanların biraz daha zamanlarının olması için her şeyi yapabileceklerini söyleyip, zaten sahip oldukları zamanlarını yine de boşa harcamalarını şaşırtıcıdır. Bir günü hepimizin 24 saat olarak yaşadığımızdan hareketle zamanın insanoğlunun yaşamında herkes için eşit olarak dağıtıldığını söyleyebiliriz. Ancak, büyük yaşamları olan insanları diğerlerinden ayıran ise bu saatleri nasıl kullandıklarıdır.
·         Sevdiğimiz şeyleri yapabilmek için hep daha fazla zamanımız olsun istiyoruz. Fakat zamanımız olduğunda ise aklımız başka yerde oluyor. Akıl geçmişle gelecek arasında dolaşıp duruyor, şimdiki zamanda pek oyalanmıyor. Bundan sonra ne yapacağımıza kafa yoruyoruz ya da kaçırdığımız şeylere öfkeleniyoruz.
·         Genelde birçoğumuz, hayatımızın çok büyük bir kısmını “sevdiğim şeyler için zamanım yok!” diyerek geçirmişizdir.  Çok sevdiğimiz deniz kenarına gitmeye, yıllar yılı, “yeteneğim var ama…” diyerek bir hayal olarak kalan oyunculuk kursuna, fotoğraf çekmeye, farklı şehirleri görmeye, bazen uyumaya, bazen uyanık kalıp aylaklık yapmaya zamanımız olmamıştır. Çünkü biz öyle olduğunu sanmışızdır. *“Başarı uman (ve bunun için çabalayan) insanların, başarısızlıktan korkan (ve bunu bekleyen) insanlardan daha mutlu olduklarını ve daha fazla şey başardıklarını araştırmalar kanıtlamıştır. Başarı yolunuzun başındaki birtakım başarısızlıkları kabullenebilirseniz, hazineyi bulana kadar kazmak için gerekli enerjiyi bulursunuz. ‘Hatalar’ yüzünden umutsuzluğa kapılmayın. Deneme yanılma, insan olmanın bir parçasıdır. Her ‘hata’nın sizi ilerideki başarılarınıza biraz daha yaklaştırdığını düşünün.” diyen Alan Lakein, hataların hepsini kendimiz yapacak kadar yaşayamayacağımıza göre bu hatalardan ders almamız gerektiğinin altını çizerken, hataların bazen bireyi başarıya götüren anahtarlar olduğunu da bizlere anımsatmaktadır. Arada bir de olsa, çoğunlukla da olsa yaptığınız hataların ağırlığı altında ezilmemeye çalışmalıyız. “Her hata, hata olduğu anlaşıldığı sürece düzeltilme şansına sahiptir.” Unutmamak gerekir ki; “Gerçeğe giden yol, çoğu zaman hata yapmaktan geçer.”
·         Bilincin, yaşamın ve gerçekte her şeyin, evrenin dokusunu oluşturuyor olması, şaşırtıcı gibi görünse de, aslında doğaldır. Hologramın bir parçasının, tümün özelliklerini içermesi gibi, eğer ulaşmasını bilirsek, baş parmağımızın ucunda Andromeda galaksisini bulabiliriz. Aynı zamanda Kleopatra’nın Sezar’la ilk karşılaşmasına da tanık olabiliriz. Çünkü ilke olarak tüm geçmiş ve tüm geleceğin imajları, uzay ve zamanın en ufak bölümüne varıncaya dek, her yere yayılmış durumdadır. Bedenimizin her bir hücresi tüm kozmosu barındırır. Her yaprak, her yağmur damlası ve her bir toz tanesi de öyle, tıpkı William Blake’in ünlü şiirinde olduğu gibi ve ona yeni anlamlar ekleyerek:

Dünyayı görmek için bir kum tanesinde,
Ve cenneti bir yaban çiçeğinde,
Yakala sonsuzluğu avucunun içinde,
Ve bir saatin içinde, ebediyeti...
*Zaman, birbiri ardına gelen anlardan oluşan sonsuz bir zincir olarak görülür. Eğer daha yakından, yani anın deneyiminden bakarsanız, aslında o kadar da fazla an olmadığını görürsünüz. Sahip olduğunuz tek an, şu andır. Hayat, daima şimdi de yaşanır.
Şair Henry Van Dyke aşağıdaki sözcükleri bir bakıma zamanla olan ironik ilişkimizi anlatır:
“Zaman,
Geçmesini bekleyenler için çok yavaş,
Korkanlar için çok hızlı,
Üzülenler için çok uzun,
Sevinçli olanlar için çok kısa,
Ancak, sevenler için, zaman yoktur.”
·         Yavaş akan zaman, ergenlikten birkaç yıl sonra hızlanmaya başlar. Yükümlülükler çoğalır ama günler uzamaz. Gençlikte bitmek tükenmez gibi gelen saatler, az bulunur bir varlığa dönüşür. Bir seçim yapmamız gerekmektedir. Akşamlarımızı can sıkıcı ya da sinir bozucu birisi olma ihtimali bulunan bir insana feda etmekten çekindiğimiz için, daha az arkadaşlık kurarız. Aynı zamanda yaşamımızın ufku bir kez daha genişlemiştir. Geçmiş yönünde, geriye baktığımızda gitgide daha çok yılı görebiliriz ve geleceğe baktığımızda olanaklarımızın artık sınırsız olmadığının bilincine varırız.
·         Vücut sıcaklığının öznel zamanı hızlandırıp yavaşlatabileceğinin farkına varılması, Amerikalı psikolog Hoagland’ın tesadüfi keşfinin bir sonucudur. Hoagland karısının ilaçlarını getirmek için odadan kısa bir süre ayrıldığı halde hasta karısı çok vakit harcadığı için ona çıkışmış. Sonra Hoagland karısından bir dakikalık zaman aralığı belirlemesini istemiş. Karısının “dakika”sının uzunluğunu otuz yedi saniye olduğu ortaya çıkmış. Ateşi yükseldikçe dakika daha uzun gibi geliyormuş karısına.
·         İlk modern bilgisayarları geliştirdiği kabul edilen Konrad Zuse, 1940’larda evrenin işleyiş şekline ilişkin bir içgörü anı yaşadı. İlk bilgisayarları çalıştıracak basit programları geliştirirken, ciddi bir bilimsel olasılık olarak görülmesi beklenen bir şeyden çok roman kurgusuna benzeyen bir soru sordu. Zuse’nin merak ettiği şey basit bir biçimde şuydu: “Evrenin tamamının kurduğum bilgisayarlar gibi çalışıyor olması mümkün müdür?” 1999’un çok beğenilen filmi Matrix’in ortaya çıkmasına neden olan da aynı özelliklerdir. 2006’da uygulanabilir ilk kuantum bilgisayarının tasarımcısı olan Seth Lloyd, Zuse’nin evrene benzeyen bilgisayar fikrini bir adım ileriye götürdü. Yeni teknoloji ve yeni keşiflerin ışığında, bu fikri “Farzedelim” ifadesinden “Budur” ifadesine yükseltti.
·         Kendinizi geçmişte görmek istiyor musunuz? Bir aynanın önünde 1,5 m uzaklıkta durun. Aynada gördüğünüz görüntü, sizin 10 nano-saniye önceki görüntünüzdür. Öyleyse, bir aynaya baktığınızda, kendinizin biraz daha genç halini görürsünüz.
·         Kozmosta her şey, gizli iradenin kesintisiz holografik yapısı olduğundan; parçalardan söz etmek anlamsızdır. Bu, suyun aktığı muslukları, suyun kaynağından bağlantısız parçalarmış gibi düşünmeye benzer. Bu yüzden elektron, ilk temel madde değil; holohareketin bir görünüşüdür. Evrendeki her şey, bir halının motifleri gibi tüme bağlıdır. Einstein, uzay ve mekânın, birbirine bağlı olduğunu söylediği zaman, dünya hayret etmişti. Bohm bu görüşü bir basamak daha ilerletti ve “evrende her şey, birbirinin devamı olarak süreklilik arz etmektedir” dedi. Bunu göz önüne alınca, her şey, aynı şeydir; “Som, Bölünmez, Tek”
·         Beden saati, zamanı otomatik olarak saptar. Uyandıktan 16 saat sonra, işimize gelsin ya da gelmesin, yoruluruz. Bedenin ölçütü sabittir. Bize doğuştan verilmiştir.
·         Bizim kültürümüzde zaman, yüzyıllardır sadece mekanik bir aletin kadranının gösterdiği şeyle eş tutulmuştur ve belki de içimizdeki zamanı unutmamıza bunun da bir katkısı olmuştur.
·         Biyolojik saat “öglena” gibi tek hücreli basit bir hayvancıkta bile bulunur. Bu küçük yaratık dünyada bir milyar yılı aşkın bir süredir yaşıyor – çiçekli bitkilerin ortaya çıkmasından çok önce. Herhangi bir küçük su birikintisinde yeşil renkli kalın bir tabakanın yüzdüğünü görürseniz, bu tek hücreli oraya kitleler halinde yerleşmiş demektir. Öglena basit yaşamının ritmini kendisi üretmektedir. Gerçekten de bu minik organizmanın içinde biyolojik bir saat vardır. İnsan vücudunda, her bir yaklaşık bir öglena kadar olan 100 milyar hücre bulunuyor. Kulağa ne kadar inanılmaz gelse de, her bir hücrenin kendi iç saati vardır. Her hücrede, bir zaman ölçme mekanizması gizlidir.
·         -Kişisel günlük ritmimizi dikkatle incelediğimizde, iç zamanla dış zaman arasındaki farklar özellikle göze çarpar. Organizmanın kendini gün boyunca nasıl yönettiği yalnızca kol saatinin ölçüsüyle açıklanamaz. Her sabah yataktan çıkıp güne başlamak kimileri için bir eziyettir, bazılarıysa aynı saatte kendilerini enerji dolu hissederler. Saatin gösterdiği zaman, güneş ışığı ya da kahve ölçeği herkes için aynıdır. Demek ki bu zıtlık bizim içimizde yer alıyor olmalı."


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder