Her ferd ve toplum kendi
seçtiklerinin sonuçlarını yaşar. Kim olursanız olun içinde yaşadığınız toplumun
seçiminin sonuçlarını yaşarsınız.
Yapısal ayrıcalıklarınız, içinde yaşadığınız çevrenin yaptıklarının
getirisinden uzak kalmanızı sağlamaz. Eylemsiz yakınma kendini avutmadır.
Kendini avutma ve tatminsel davranış ve konuşmalar beynin basınç supabının
atmasıdır. Bu olmazsa kişide #psikosomatik sıkıntılar baş gösterir.
#Depresyon ve mania gerçekte beynin çözüm
sıkıntısı yaşaması sonucudur. Çözümsüzlük ya kendini kitler yada taşkınlıkla
boşalma arayışı getirir.
Pekçok psikosomatik hastalığın çözümü #Allah'a iman ve takdire teslimiyettedir.#Huzur; #iman, teslimiyet ve rızadadır! Zaten
elden ötesi gelmez.
Neden İslâm?
“İslâm” nedir?
Neden “İslâm”?
“İslâm” kelimesi, kullanım alanı olarak iki mânâdan kaynaklanıyor;
1. Selâmete çıkma, selâmete erme anlamına…
2. Teslim olmak anlamına...
İslâm’ı anlamak için, öncelikle “Hz. Muhammed Neyi OKUDU?” isimli
kitabımızda anlattığımız bir biçimde “İkra”-“Oku” diye başlayan, ilk âyetlerin
mânâsını anlamak gerek. Bundan sonradır ki, İslâm’ın ne olduğunu anlamak daha
kolay olur.
Niçin İslâm?
“İslâm”; selâmet bulma, selâmete erme, “Selâm” isminin mânâsının sizde
açığa çıkması anlamında!
“Allâh”ın “Selâm” isminin mânâsı ortaya çıktığı zaman kişi, bir kısım ilâhî
isimlerin mânâsıyla tahakkuk etmek suretiyle, “cennet yaşamı” dediğimiz yaşama
geçer.
“KESİNLİKLE ALLÂH İNDÎNDE DİN İSLÂM’DIR...” (3.Âl-u İmran: 19)
Diyor Kur’ân!..
“KESİNLİKLE ALLÂH İNDÎNDE DİN İSLÂM’DIR.” (3:19)
Din, “ALLÂH HÜKÜMLERİ bütünü”dür; “ALLÂH DÜZENİ”dir; "ALLÂH
SİSTEMİ”dir!
Buradaki “ilâhî sistem” ve “ilâhî düzen” kavramlarını yanlış anlamayalım!..
Beşerî düzenlerle, sosyal-siyasî düzenlerle, siyasî rejimlerle buradaki düzen
kelimesini karıştırmayalım.
“ALLÂH SİSTEMİ” dediğimiz zaman, olayı kelime şekliyle, şeriat yönüyle de
ele almayalım!
Bu öyle bir düzendir ki, Kur’ân bize bu sistemin HER AN, her zerrede
yürürlükte olduğunu birçok yerinde vurguluyor.
“...VE LEN TECİDE Lİ SÜNNETİLLÂHİ TEBDİYLA”
“...SÜNNETULLÂH’TA (Allâh’ın yaratış sisteminde) ASLA DEĞİŞME BULAMAZSIN!”
(48.Feth: 23)
Âyeti, bu genel düzeni ve sistemi anlatıyor.
Yani ister nebat, ister hayvan, ister insan, ister melek, ister cin olsun,
tüm varlıklar bu genel sistem içinde kendi varoluş gayelerine uygun olarak
görevlerini meydana getirmektedirler!
“KESİNLİKLE ALLÂH İNDÎNDE DİN İSLÂM’DIR!”
Âyetinde de işaret edilen mânâ, tüm varlıkların bu “doğal ve zorunlu
teslimiyeti”dir...
Yani bir diğer ifadesiyle;
Evren tüm içindekileriyle ALLÂH’a teslim hâldedir!..
KESİNLİKLE TÜM VARLIKLAR ALLÂH’A TESLİMDİR; Kİ BU, GERÇEK DİNDİR!
Var olan hiçbir varlık, hakikati itibarıyla, esası itibarıyla Allâh’a isyan
edemez, âsi olamaz.
İblis’in Allâh’a isyanı dahi, ezelî görevi ve varoluş programının
sonucudur!.. Çünkü varoluş mertebelerinde, birçok varlıkların, kendi
görevlerini yapmaları veya imtihana tâbi tutulmaları, cinler aracılığıyla
olacaktır.
Eğer İblis’in o isyan dediğimiz hâli olmasa, ne Âdem cennet yaşamından ayrı
düşer; ne insanlar madde bedenin getirdiği sıkıntı ve zorluklara düşer; ne de
insanların geçmişteki cennet hâlinden çok daha ileri boyutlarda olan
özlerindeki ilâhî gücü ortaya çıkarma çalışmaları var olurdu!..
Çünkü, zaten Âdem, cennet yaşamı içinde iken bugün hedeflediğimiz,
istediğimiz şeylerin bir kısmına sahipti... Yani, o bir kısım ilâhî güçlerle
tahakkuk ediyordu!
Cennette herkesin her istediği olacaktır!
Âdem’in de cennette hemen her istediği oluyordu!
Ancak şu farkla ki...
Âdem (aleyhisselâm) yeryüzünde yaratılmıştı!..
“Rabbin meleklere: ‘Ben arzda (bedende) bir halife (Esmâ mertebesinin
farkındalığıyla yaşayan şuur sahibi) meydana getireceğim’ dedi…” (2.Bakara:
30)âyeti de, Onun yeryüzünde varoluşunun apaçık ispatıdır!
Bizler gibi bir madde bedeni mevcuttu!.. Bu sebeple de bulunduğu yere
“yeryüzü cenneti” denmekteydi!
Ancak yeryüzünde yaşamasına rağmen, bizim bugün elde edemediğimiz ilâhî
kuvvelerle, pek çok isteklerini gerçekleştirebiliyordu...
Çünkü kendisindeki ilâhî güçlerin açığa çıkmasını engelleyen “VEHİM”
duygusu oluşmamıştı!
VEHİM duygusu insanda mevcut bulunan en büyük şerr güçtür!
Var olmayan ya da var olması mümkün olmayan şeyleri imkân dâhilinde
göstererek bilinci âdeta esir eder! Tüm korkuların, endişelerin, sıkıntıların
kökeninde vehim yatar!
“Negatif varsayım” diye günümüz diline çevirebileceğimiz bu deyimin insan
yaşamındaki yeri, hiç kimsenin tahmin edemeyeceği kadar büyüktür!
Eğer kişi VEHİM duygusunu kontrol altına alabilirse, yaşamı âdeta cennet
yaşamına döner... Buna karşılık insan, vehminin esiri olursa, yaşamı artık bir
cehennemdir!
Var olmayanı varsandıran; var olanı da görmezlikten getiren kuvvettir
“VEHİM”!
İnsan, VEHİM hükmü altına girmemiş bir akılla herhangi bir şey düşünüp, o
şeyi yapmaya karar verirse; ve bu hususta da azîmli olursa, normal şartlara
göre imkânsız olan o şeyi mümkün hâle getirebilir!
Ve sanki bir madde bedeni yokmuşcasına özgür bir yaşam sürebilir... Sanki
cennetteymişcesine!..
İşte yeryüzünde yaratılmış olan Âdem (aleyhisselâm) da, VEHİM duygusunu
tatmadan yaşadığı için, bulunduğu ortam “yeryüzü cenneti” olarak
tanımlanıyordu...
Şu gördüğümüz, içinde yaşadığımız nizam, gerçeği itibarıyla, ilâhî hükmün
aşikâre çıktığı bir nizam ve düzendir.
Kâinatın ve evren içindeki her birim...
Dikkat edin, burada “birim” kelimesi özellikle üzerinde durulması gereken
bir kelimedir; zira insan, melek, cin, hayvan, nebat hep “birim” kelimesinin
içine girer...
Evet, her birim, gerçek mânâsıyla ALLÂH’a kulluk hâlindedir. İnsanlar ve
cinler için zaten bu, Kurân’da çok açık ve seçik vurgulanmıştır.
Ben cini ve insi yalnızca (Esmâ özelliklerimi açığa çıkarmak suretiyle)
kulluk etmeleri için yarattım! (51.Zâriyat: 56)
Allâh’ın bir gaye için yarattığının, o gayeye hizmet vermemesi mümkün
değildir!.. Muhaldir!
Dikkat ediniz, buradaki âyette hiçbir sınırlama yoktur!..
“Müminleri kulluk etsinler diye yarattım” demiyor!.. “Sadece insanları...”
da demiyor!..
“Cinleri...” diyor.
“Cinleri...” dediği zaman, “şeytan ve İblis” tavsifleriyle anlatılan tüm
cinler dahi bunun içine giriyor!
Melekler,zaten mutlak kulluk hâlinde!.. Bütün melekler doğal olarak ALLÂH
hükümlerinin gereğini uyguluyor, yerine getiriyor... Onlar için zaten tartışma
yok.
“İnsanlar ve cinler” için, acaba kulluğu yerine getiriyor mu getirmiyor mu
tartışması var! Hâlbuki bu tartışma da abes!
Âyete göre “İNS” ve “CİN” türleri istisnasız ve sınırlamasız hepsi de
ALLÂH’a kulluk etmeleri için yaratılmıştır.
ALLÂH bir nesneyi, bir birimi ne iş için yaratmışsa, o birim yaratılış
gayesinin gereğini mutlaka, olduğu gibi yerine getirecektir! Bunda hiçbir
tereddüt yoktur!
İşte bu yüzdendir ki, Allâh muradına uygun olarak yaratılmış olan bütün
varlıklar, Allâh’ın dileğine uygun olarak, gereken fiilleri ortaya koymaktadırlar.
Bu “Din”dir ve “İslâm”dır.
Onun içindir ki âyette: “Kesinlikle Allâh indînde din İslâm’dır” denmiştir.
Ve ayrıca vurgulanmıştır ki:
Kim İslâm’dan (teslim olunmuşluğun idrakından) başka bir Din (sistem ve
düzen) arayışındaysa, bu geçersizdir! Sonsuz gelecek sürecinde de hüsrana
uğrayanlardan olur. (3.Âl-U İmran: 85)
Allâh kimin derûnunu İslâm’ı kavrayacak şekilde genişletti ise, o Rabbinden
bir nûr üzere değil midir? Allâh’ın zikrinden (hatırlattığından) kalpleri
kasavetlenene (içleri sıkılıp bunalanlara) yazıklar olsun! İşte onlar apaçık
şekilde (hakikatten) sapmayı yaşamaktadırlar! (39.Zümer: 22)
Evet, “İslâm”ı gerçek anlamıyla kavrayabilmek son derece büyük ve önemli
bir iştir; ki Rabbinden kendisinde açığa çıkan bu “NÛR” yani gerçeği fark etme-kavrama
gücü, kişiyi evrensel sistemi tanıma noktasına ulaştırır!
Şimdi biz âyetleri anlamak için incelerken, öncelikle şunun üzerinde çok
duracağız... Âyetin başında ve sonunda herhangi bir sınırlama, bir istisna var
mı, yok mu?.. Önce buna bakacağız!
Mesela:
“‘HÛ’ Kİ SİZİ ARZDA HALİFELER OLARAK MEYDANA GETİREN…” (35.Fâtır: 39)
Derken insanın halifeliğini “arz-yeryüzü” ile sınırlıyor! Yeryüzünde
halife! Burada bir sınırlama var!
Fakat, “Kesinlikle Allâh indînde Din İslâm”dır derken, orada bir sınırlama
bir kayıt yok... Yani, Dünya’da veya falanca galakside demiyor!
“İslâm”, Dünya’da sadece belli bir kavmin veya insan topluluğunun dini
değil; kâinatta geçerli olan nizam, ilâhî düzendir!
Nerede?..
Dünya’da da! Dünya’nın içinde bulunduğu Güneş sisteminde de! Diğer
galaksilerde de!
Kâinatın tamamında yani bütün bu evrenin tüm yapısında, her zerrede, her
noktada bütün varlıklar Allâh’a teslimdirler! Burada kesin olarak işte bunu
vurguluyor!
Yalnız burada gözden kaçırmamamız gereken nokta şudur:
“Bütün varlıklar Allâh’a teslim olmuş vaziyettedirler” derken, birimler
kendi özgür iradeleriyle “Allâh”a teslim olmuş, değil!
Birim, “FITRATIYLA” yani varoluş şekli ve programıyla Allâh’a teslim olarak
yaratılmıştır zaten!..
Birim, Allâh’ın indînde, dilemesine uygun olarak meydana getirilmiştir
Allâh tarafından...
“FITRATIYLA” meydana getirildiği için de, teslim olmuş durumdadır! Yani,
birimin teslimiyeti dediğimiz, “Allâh’a teslim olma hâli” dediğimiz, içinde
bulunduğu hâl, varoluşundan yani “fıtrat”ından meydana geliyor otomatikman!..
Yapısından, nüvesinden, özünden meydana geliyor!
İşte bunu izah içindir ki Hz. Rasûlullâh:
“Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzere doğar” demiştir[1].
Olaya yüzeysel bakanlar diyor ki; “Müslümanlığı kabule istidatlı olarak
doğar her doğan çocuk”!
Hayır! Olayı yalnızca “müslümanlık”la kısıtlayarak dar anlamda almayalım!
Her doğan çocuk; ki bunu bebek diye de; veya geniş kapsamlı olarak kâinatta
var olan her varlık diye de anlamak mümkündür... İslâm fıtratı üzere doğar,
yani İslâm kelimesinin açıkladığı mânâda, programlanmış olarak meydana gelir.
Nitekim başka bir âyet:
De ki: “Herkes yaratılış programı (fıtratı - şâkılesi) doğrultusunda
fiiller ortaya koyar! İşte bu yüzden (Fâtır’ınız olan) Rabbiniz yol itibarıyla
kimin hakikat yolunda olduğunu en iyi bilendir!” (17.İsra': 84)
Âyette geçen “ŞÂKILE”, daha önce izah ettiğimiz, “FITRAT’ın oluşturduğu
programın doğrultusu”, anlamındadır...
İşte bu husus, “İslâm”ı açıklar.
Yani, var olan bütün birimler; “KESİNLİKLE ALLÂH İNDÎNDE DİN İSLÂM’DIR!”
hükmünce meydana gelmiştir.
Bu yüzdendir ki “İslâm”, Dünya’da sadece belli bir kavmin veya insan
topluluğunun dini değil; kâinatta geçerli olan nizam, ilâhî düzendir!
Şayet bunu anlayabildiysek, artık “İslâm”ı dar mânâda sadece belli
ölçülerle, şekillerle kayıt altına almayalım!
“İslâm”; Allâh’ın, dilediği mânâları ortaya koymak üzere, kâinatta mevcut
tüm birimleri kendi ilmiyle, ilminden, dilediği yapı ve özelliklerle;
dolayısıyla da kendine “TESLİM” bir hâlde halketmesi; ve birimlerin de bu
gayeye yönelik davranışları doğal olarak ortaya koymalarıdır.
Bu durumda bir kişinin “İslâm”ı fark ve kabul etmesinin doğal sonucu olarak
ne yapması gerekir?
AHMED HULÛSİ
1993
ALLÂH bir birimi ne iş için yaratmışsa, o birim yaratılış gayesinin
gereğini mutlaka, olduğu gibi yerine getirecektir!
AHMEDHULUSİ.ORG
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder