“YAŞAMIN HAMMADDESİ OLAN ZAMAN’IN YÖNÜ ve
DEĞERİ”
· İnsanların
biraz daha zamanlarının olması için her şeyi yapabileceklerini söyleyip, zaten
sahip oldukları zamanlarını yine de boşa harcamalarını şaşırtıcıdır. Bir günü
hepimizin 24 saat olarak yaşadığımızdan hareketle zamanın insanoğlunun
yaşamında herkes için eşit olarak dağıtıldığını söyleyebiliriz. Ancak, büyük
yaşamları olan insanları diğerlerinden ayıran ise bu saatleri nasıl
kullandıklarıdır.
· Sevdiğimiz
şeyleri yapabilmek için hep daha fazla zamanımız olsun istiyoruz. Fakat
zamanımız olduğunda ise aklımız başka yerde oluyor. Akıl geçmişle gelecek
arasında dolaşıp duruyor, şimdiki zamanda pek oyalanmıyor. Bundan sonra ne
yapacağımıza kafa yoruyoruz ya da kaçırdığımız şeylere öfkeleniyoruz.
· Genelde
birçoğumuz, hayatımızın çok büyük bir kısmını “sevdiğim şeyler için zamanım
yok!” diyerek geçirmişizdir. Çok sevdiğimiz deniz kenarına gitmeye,
yıllar yılı, “yeteneğim var ama…” diyerek bir hayal olarak kalan oyunculuk
kursuna, fotoğraf çekmeye, farklı şehirleri görmeye, bazen uyumaya, bazen
uyanık kalıp aylaklık yapmaya zamanımız olmamıştır. Çünkü biz öyle olduğunu
sanmışızdır. *“Başarı uman (ve bunun için çabalayan) insanların,
başarısızlıktan korkan (ve bunu bekleyen) insanlardan daha mutlu olduklarını ve
daha fazla şey başardıklarını araştırmalar kanıtlamıştır. Başarı yolunuzun
başındaki birtakım başarısızlıkları kabullenebilirseniz, hazineyi bulana kadar
kazmak için gerekli enerjiyi bulursunuz. ‘Hatalar’ yüzünden umutsuzluğa
kapılmayın. Deneme yanılma, insan olmanın bir parçasıdır. Her ‘hata’nın sizi
ilerideki başarılarınıza biraz daha yaklaştırdığını düşünün.” diyen Alan
Lakein, hataların hepsini kendimiz yapacak kadar yaşayamayacağımıza göre bu
hatalardan ders almamız gerektiğinin altını çizerken, hataların bazen bireyi
başarıya götüren anahtarlar olduğunu da bizlere anımsatmaktadır. Arada bir de
olsa, çoğunlukla da olsa yaptığınız hataların ağırlığı altında ezilmemeye
çalışmalıyız. “Her hata, hata olduğu anlaşıldığı sürece düzeltilme şansına
sahiptir.” Unutmamak gerekir ki; “Gerçeğe giden yol, çoğu zaman hata yapmaktan
geçer.”
· Bilincin,
yaşamın ve gerçekte her şeyin, evrenin dokusunu oluşturuyor olması, şaşırtıcı
gibi görünse de, aslında doğaldır. Hologramın bir parçasının, tümün
özelliklerini içermesi gibi, eğer ulaşmasını bilirsek, baş parmağımızın ucunda
Andromeda galaksisini bulabiliriz. Aynı zamanda Kleopatra’nın Sezar’la ilk
karşılaşmasına da tanık olabiliriz. Çünkü ilke olarak tüm geçmiş ve tüm
geleceğin imajları, uzay ve zamanın en ufak bölümüne varıncaya dek, her yere yayılmış
durumdadır. Bedenimizin her bir hücresi tüm kozmosu barındırır. Her yaprak, her
yağmur damlası ve her bir toz tanesi de öyle, tıpkı William Blake’in ünlü
şiirinde olduğu gibi ve ona yeni anlamlar ekleyerek:
Dünyayı görmek için bir kum tanesinde,
Ve cenneti bir yaban çiçeğinde,
Yakala sonsuzluğu avucunun içinde,
Ve bir saatin içinde, ebediyeti...
*Zaman, birbiri ardına gelen anlardan
oluşan sonsuz bir zincir olarak görülür. Eğer daha yakından, yani anın
deneyiminden bakarsanız, aslında o kadar da fazla an olmadığını görürsünüz.
Sahip olduğunuz tek an, şu andır. Hayat, daima şimdi de yaşanır.
Şair Henry Van Dyke aşağıdaki sözcükleri
bir bakıma zamanla olan ironik ilişkimizi anlatır:
“Zaman,
Geçmesini bekleyenler için çok yavaş,
Korkanlar için çok hızlı,
Üzülenler için çok uzun,
Sevinçli olanlar için çok kısa,
Ancak, sevenler için, zaman yoktur.”
· Yavaş
akan zaman, ergenlikten birkaç yıl sonra hızlanmaya başlar. Yükümlülükler
çoğalır ama günler uzamaz. Gençlikte bitmek tükenmez gibi gelen saatler, az
bulunur bir varlığa dönüşür. Bir seçim yapmamız gerekmektedir. Akşamlarımızı
can sıkıcı ya da sinir bozucu birisi olma ihtimali bulunan bir insana feda
etmekten çekindiğimiz için, daha az arkadaşlık kurarız. Aynı zamanda
yaşamımızın ufku bir kez daha genişlemiştir. Geçmiş yönünde, geriye
baktığımızda gitgide daha çok yılı görebiliriz ve geleceğe baktığımızda
olanaklarımızın artık sınırsız olmadığının bilincine varırız.
· Vücut
sıcaklığının öznel zamanı hızlandırıp yavaşlatabileceğinin farkına varılması,
Amerikalı psikolog Hoagland’ın tesadüfi keşfinin bir sonucudur. Hoagland
karısının ilaçlarını getirmek için odadan kısa bir süre ayrıldığı halde hasta
karısı çok vakit harcadığı için ona çıkışmış. Sonra Hoagland karısından bir
dakikalık zaman aralığı belirlemesini istemiş. Karısının “dakika”sının
uzunluğunu otuz yedi saniye olduğu ortaya çıkmış. Ateşi yükseldikçe dakika daha
uzun gibi geliyormuş karısına.
· İlk
modern bilgisayarları geliştirdiği kabul edilen Konrad Zuse, 1940’larda evrenin
işleyiş şekline ilişkin bir içgörü anı yaşadı. İlk bilgisayarları çalıştıracak
basit programları geliştirirken, ciddi bir bilimsel olasılık olarak görülmesi
beklenen bir şeyden çok roman kurgusuna benzeyen bir soru sordu. Zuse’nin merak
ettiği şey basit bir biçimde şuydu: “Evrenin tamamının kurduğum bilgisayarlar
gibi çalışıyor olması mümkün müdür?” 1999’un çok beğenilen filmi Matrix’in
ortaya çıkmasına neden olan da aynı özelliklerdir. 2006’da uygulanabilir ilk
kuantum bilgisayarının tasarımcısı olan Seth Lloyd, Zuse’nin evrene benzeyen
bilgisayar fikrini bir adım ileriye götürdü. Yeni teknoloji ve yeni keşiflerin
ışığında, bu fikri “Farzedelim” ifadesinden “Budur” ifadesine yükseltti.
· Kendinizi
geçmişte görmek istiyor musunuz? Bir aynanın önünde 1,5 m uzaklıkta durun.
Aynada gördüğünüz görüntü, sizin 10 nano-saniye önceki görüntünüzdür. Öyleyse,
bir aynaya baktığınızda, kendinizin biraz daha genç halini görürsünüz.
· Kozmosta
her şey, gizli iradenin kesintisiz holografik yapısı olduğundan; parçalardan
söz etmek anlamsızdır. Bu, suyun aktığı muslukları, suyun kaynağından
bağlantısız parçalarmış gibi düşünmeye benzer. Bu yüzden elektron, ilk temel
madde değil; holohareketin bir görünüşüdür. Evrendeki her şey, bir halının
motifleri gibi tüme bağlıdır. Einstein, uzay ve mekânın, birbirine bağlı
olduğunu söylediği zaman, dünya hayret etmişti. Bohm bu görüşü bir basamak daha
ilerletti ve “evrende her şey, birbirinin devamı olarak süreklilik arz
etmektedir” dedi. Bunu göz önüne alınca, her şey, aynı şeydir; “Som, Bölünmez,
Tek”
· Beden
saati, zamanı otomatik olarak saptar. Uyandıktan 16 saat sonra, işimize gelsin
ya da gelmesin, yoruluruz. Bedenin ölçütü sabittir. Bize doğuştan verilmiştir.
· Bizim
kültürümüzde zaman, yüzyıllardır sadece mekanik bir aletin kadranının
gösterdiği şeyle eş tutulmuştur ve belki de içimizdeki zamanı unutmamıza bunun
da bir katkısı olmuştur.
· Biyolojik
saat “öglena” gibi tek hücreli basit bir hayvancıkta bile bulunur. Bu küçük
yaratık dünyada bir milyar yılı aşkın bir süredir yaşıyor – çiçekli bitkilerin
ortaya çıkmasından çok önce. Herhangi bir küçük su birikintisinde yeşil renkli
kalın bir tabakanın yüzdüğünü görürseniz, bu tek hücreli oraya kitleler halinde
yerleşmiş demektir. Öglena basit yaşamının ritmini kendisi üretmektedir.
Gerçekten de bu minik organizmanın içinde biyolojik bir saat vardır. İnsan
vücudunda, her bir yaklaşık bir öglena kadar olan 100 milyar hücre bulunuyor.
Kulağa ne kadar inanılmaz gelse de, her bir hücrenin kendi iç saati vardır. Her
hücrede, bir zaman ölçme mekanizması gizlidir.
· -Kişisel
günlük ritmimizi dikkatle incelediğimizde, iç zamanla dış zaman arasındaki
farklar özellikle göze çarpar. Organizmanın kendini gün boyunca nasıl yönettiği
yalnızca kol saatinin ölçüsüyle açıklanamaz. Her sabah yataktan çıkıp güne
başlamak kimileri için bir eziyettir, bazılarıysa aynı saatte kendilerini
enerji dolu hissederler. Saatin gösterdiği zaman, güneş ışığı ya da kahve
ölçeği herkes için aynıdır. Demek ki bu zıtlık bizim içimizde yer alıyor
olmalı."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder